03 Eylül 2022

Şarkılar

Yetinmeyi bilir misin sana verdiği kadarıyla hayatın? 

Hoş, bilsen de bilmesen de yara bere içinde o yollardan geçeceksin.

Kazanmayı isterdim kaybetmeyi değil ama, olmadı...

Kendini kayırıyor her insan önce


Yürüyorum hasretin, acının üstüne

Sığmıyorum dünyaya dar geliyor

Geceler mi uzadı? Bu karanlık ne?

Gönlümün bayramları, şenliği söndü

17 Ağustos 2022

Dip burası mı?

Bazen, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamayacakmış gibi geliyor. Çok şey kırıldı içimde, bakış açım değişti sanki. Eski çocuksuluğum yavaş yavaş siliniyor. Üstüne, bu çocuksuluğa sahip olanlara hayretle bakıyorum artık, yabancı geliyor, bu enerjiyi bu hevesi nereden buluyorlar diyorum...

İyileşir miyim, geçer mi bilmiyorum. Neye ihtiyacım var onu da bilmiyorum. Hayata tutunmamı kolaylaştıracak bir şeyler arıyorum sürekli. Sanırım çok yoruldum. 



Seni hayata güldüren nedir? Seni hayata küstüren nedir?

Derin dalgaların arasında, kendini bıraktığın an kaybolup gideceğini bildiğin hale umutsuz çırpınışlarının sonu gelmiyorsa, hala vazgeçmemişsin demektir hayattan. Yanına yaklaşan bir tahta parçası heyecanla gözlerini parlatıyorsa, beklentilerini canlı tutmaya hala bir fırsatın olduğu içindir. 

Babayla sorunu olanlar genelde daha çok ağlarlarmış babalarının ardından, çünkü bir düzelme umudu taşırlar içlerinde, ellerinde olmadan. Bir şeyler düzelecek, o da sevecek, anlayacak... 

Hayatla ne kadar düşman da olsak, bir şeyler düzelsin istiyoruz, bekliyoruz. İsyan edebiliriz, vaz geçebiliriz, blöf yapabiliriz ama yine de istiyoruz. Bir şeyler yolunda gitsin, mutlu edecek şeyler olsun, hayat göz yaşlarımızı silsin diye bekliyoruz. 

Bazen hayat mendil uzatıyor gözümüzdeki yaşları silelim diye, ama o kadar küsmüş oluyoruz ki ille de o silsin diye mendili bile almıyoruz.

Gülmek ya da küsmek, bir tercih midir? Biz mi seçeriz? İnadına küsmeyip, gülmek midir hayatın şifresi... Küsmek nedir? Çocukluk? Mağrur bir duruştan bir durak öncesi? Peki ya gülmek? Delilik?

14 Ağustos 2022

Önce kendini şifalandır

Amcam vefat ettiğinde bakkaldaki abla nedenini sormuş sonra da "iyi olanlar hep erken gider zaten" demişti. Hala aklımda. İyi olmak kötü bir şey mi o zaman diye düşünmüştüm içimden.

Kendimi bildim bileli konuşkan bir çocuk/yetişkin olamadım. Sorularım hep içimde kaldı. Soramadım. Saçma gelir, dalga geçerler, ya da açıklarlar ama ben anlamam gerizekalı derler vs vs bir sürü korkum vardı. Derslerde dersi hep pür dikkat dinlerdim ki soru sormak zorunda kalmayayım diye. Ona rağmen çok detaylı bir soru takılırdı aklıma mesela soramazdım, ama başka biri benim yerime sorduğunda hoca bu sorusu için onu tebrik ederdi.

Kendimi savunmayla alakalı sorunum olabilir. Hatta kendimi var etmeyle alakalı da, kendimi hayatta kabul etmemle alakalı da sorunlarım var gibi. Kendimi yokmuşum gibi hissediyorum. Ne yaparsam yapayım anlaşılmazmışım gibi, ciddiye alınmazmışım, duyulmaz, görülmezmişim gibi...

"Dünya hassas kalpler için cehennemdir". Bu söz dillere pelesenk olduğu için mi hayat böyle, yoksa hayat böyle olduğu için mi çıktı bu sözler? "Para elinin kiri", "çok laf yalansız çok mal haramsız olmaz"... Bir de sabırlı, düzgün olmayı saflık, enayilik olarak görüp karşı tarafı bu etikete iyice empoze etmeye çalışan manipülatifler var. Ben ne kadar ezik biriymişim ya derken bulabiliyorsunuz kendinizi. Ha bir de sizin sakin, huzurlu hayatınızı kıskandığı için hassas noktalarınızdan vurup sizin de şikayet eden, huzursuz, öfkeli birine dönüşmenizi isteyenler var. Şeytanlar her yerde, hep içimizde aslında. En yakınımızda, iyi niyetli sandıklarımızda... En çok da acıdıklarımızda. Ya da o kelimeyi kullanmayalım, acımak ne haddimize, yardımcı olmaya çalıştıklarımızda diyelim. Gelip şikayetini anlatır, dinlersin yardımcı olmaya çalışırsın sonra işi düzeldiğinde de ilk seni unutur. Sana acımaya başlar.

Olgunlaşmamış çok insan var. Hele ki şu siyasi ortamlarda var ya olgun adam bulsan öp başına koy yani. Devlet daireleri psikolojisi bozuklarla dolu. Ben de bir devlet dairesinde çalışıyorum, memur ya da sözleşmeli değilim, işçiyim. Arkası olanlar kafasına göre hareket etmelerine rağmen yere göğe sığdırılamazken ben adam yerine bile konmuyorum çoğu zaman. Ağzımı açıp isteğimi sunamıyorum hemen tehditvari söylemlerle susturuluyorum. Gitmemizi istiyorlar herhalde.

Geçen zam yapıldı maaşlarımıza, pozum o kadar düşük ki, herkesin maaşı uçtu gitti benimki... 

Bu klişeleşmiş sözlere çok mu inandım ve bilinçaltıma attım da zamanında ondan mı şimdi hakkımı savunmakta zorlanıyorum, istemekten korkuyorum acaba... Gerçi hakkımı aradığım zamanlar da oldu. Benim hakkım onların umurunda değil ki. Baktım ki ben üzüldüğümle kalıyorum bıraktım ben de kendi ruh sağlığımı korumak adına...

Neyse, Allah'a havale ediyorum. 

Sadece iş, maaş değil problemim aslında asıl problem insanlar. Beceriksiz bir müdür, meydanı boş bulunca birbiri üzerinden güç gösteren çalışanlar.

Bir de gönül işleri var tabi, o da bambaşka bir boka sardı. Bir insanın kalbiyle, duygularıyla oynamak bu kadar kolay olmamalı. İnsan biraz Allah'tan korkmalı. Ama çok fazla da eleştiremiyorum biliyor musun? İnsan öğrenmediği, almadığı, bilmediği şeyi vermekte zorlanıyor. Hayattan tecrübe ile edinmesi, özümsemesi ve aktarabilmesi için ciddi bir tekamül süreci gerekiyor ama bunun için de cesaret ve istek, istikrar lazım. Kaçmak kolay olanı, karşı tarafı harcayarak kendini kurtarmak en kolayı.

Benim de çok hatam oldu zamanında. Ne istediğimi bilemediğim, vazgeçtiğim, gitmek istediğim zamanlarda ben de kalp kırdım kabul ediyorum. Hatta geriye dönüp mesaj atıp helallik istediğim de oldu ama ulaşamadım. Bazen aklıma geliyor ne yapabilirim diye düşünüyorum, onun için dua ediyorum mesela ya da karşımdaymış gibi düşünüp özür diliyorum. Tekrar istemek değil bu, hayatına dahil olmak demek değil, o zaman da istemiyordum hala istemiyorum aslında ama o zaman şans verip denemek istedim. Aslında tüm suç bende de değildi, karşı taraf çok hırs yapıp beni beyaz yalanlarla bir yola sokmaya çalışınca ben de kaçmak istedim. Yarı yolda bırakmış gibi oldum ama aslında artık son damlaydı. Yine de daha usulüne uygun olabilirdi. Beceriksizlik işte. Çocukluk, acemilik. 

Benim genel olarak her şeyde kendimi suçlama dürtüm başrolde hazır bekler her zaman. Gittiğim terapilerde bile "karşıda çatıdan yavru kuş düşüp ölse onda bile kendini suçlayacaksın ben baktım diye düştü diyeceksin neredeyse" diyor doktor. Belki de kendimi suçlu çıkarmak için bazı durumlarda bile bile yanlış hareket ediyorumdur. Ben suçluyum, benim yüzümden, ben yaptım demek için. Bu bana ne kazandıracak? Hiçbir şey. Daha da dibe çekiyor aksine. Peki ben neden kendimi dibe çekmek istiyorum ki bu kadar? Neden kendimi suçlu hissettirmek, üzmek, her şeyin sorumluluğu bendeymiş gibi davranmak neden kendi kendimi günah keçisi olarak ortaya atmak istiyorum? Neden günah keçisi olmak zorunda hissediyorum? Neden kurban psikolojisine giriyorum? Kimse anlamıyor, görmüyor derken aslında gerçekten kendimi yeterince ifade etmeye çalışıyor muyum? Yoksa bir iki kelimeyle bir kaç cümlelik paragrafı anlayıp çözsünler diye bekleyip anlaşılmadığımı kendime ispat etmeye mi çalışıyorum? "İnsanın en büyük düşmanı kendisidir". Düşmanı dışarıda arama, asıl düşman içindedir. Seni en iyi sen bilirsin, sen tanırsın, zaaflarını, en hassas noktalarını sen bilirsin. Nerden vuracağını iyi bilirsin kendini. Hayatı da sen seçersin bu minvalde. Sana kendini kötü hissettirecekleri seçersin aslında kendi ellerinle. Bir bakış, bir iyi davranış, ya da karşıdan gelen bir harekete karşılık verme olarak bile başlayabilir bu. Bir bakarsın adam/kadın hayatına etki etme başlamış. Ama aynı hareketler başka birinden geldiğinde aynı etkide hareket etmedin mesela hatta bir çoğunu fark etmedin bile. Çünkü onlar sıkıcı geldi sana, bu daha heyecan vericiydi. Bunda mücadele vardı, acı vardı. Tabi bu vesileyle gelişiminin ilerlemesi de vardı ama bu yol zor bu yol her zaman aşılamayabiliyor. Hayat her zaman böyle engebeli olmak zorunda değil.

Terapistime benzer şekilde beni yıpratan ilişkilerimi anlattığımda "bu adamları sen çekiyorsun kendine, mıknatıs gibi çekiyorsun" demişti de anlam verememiştim. Sonrasında çok düşündüm. Hatta sonraki seanslarda biraz daha açmasını istemeyecektim unuttum, vazgeçtim, terapiyi bıraktım, kendim çözmek istedim. Hala bu söz üzerine düşünüyorum. Ben neden hem beceriksiz, yetersiz hem de gaddar olduğunu düşündüğüm birini hayatıma mıknatıs gibi çekeyim ki, kaldı ki bu adamlar allem edip kallem edip beni kendilerine bağlamak için takla atan tiplerdi ben mi onlara bu cesareti verdim yani? Benden ışık gördükleri için mi dört nala üzerime sürdüler atları? Sonra da "beni bu kadar deli divane severken, onları sevmem için her yolu denerlerken ben onlara karşılık vermeye karar verdiğimde neden beni değersizleştirmeye, düşmanmışım gibi davranmaya başlıyorlar" diyorum. Neden olduğunu şimdi söyleyebilirim. Çünkü hayata bakış olsun, cesaret, özgüven, başarı olsun benimle aynı kulvarda olmadıklarını biliyorlar ama benden bir ışık gördükleri an, bu ışık da mesela bir soru sorduklarında kibarca cevap vermem gibi olabiliyor, hemen buna yoğunlaşıp genişletmeye çalışıyorlar ve gerçekten zaman mekan farketmeden rezil olduklarını hesaba katmadan benden daha fazla ışık almak için ateş böceği gibi etrafımda uçuyorlar. Benim de hoşuma gidiyor tabi bu ilgi, hem onu hayatımda istemiyorum uygun olmadığımızı ve birlikte olmamızın yanlış olacağını biliyorum hem de bu ilgiyi kaybetmek istemiyorum. O yüzden ışığı tam olarak kapatmaya elim gitmiyor bir türlü. Ve genelde "beni bu kadar çok seven biri asla üzmez, bence kabul etmeliyim" moduna giriyorum ve yönümü tamamen ona çeviriyorum. Bu durumla ne yapacağını bilemiyor karşıdaki kişi. Evet istediği buydu, kız beni sevsin görsündü ama sonrasını düşünmüyordu. 

Bunlar genelde ailesinin sözünden çıkmayan, ben bunu istiyorum diyemeyen erkekler oluyor. Ne verilirse ona razı. Kederinden ölse bile hayır ben bunu istiyorum diyemeyen. Boyun eğenler. Kendisine değer vermiyor, düşünmeden hareket ediyor. Ötesine berisine bakmıyor o an canı nasıl istiyorsa öyle. Acıya müptela belki de, acı çekmek ve çektirmek, arabesk hayat sevdalısı. Elde edince afallayıp "ee ben şimdi napıcam bunla" diye bakakalanlar. O yüzden aile sözünden çıkmıyorlar ya zaten, kendi fikirleri, kararları yok çünkü.

Dün youtube'dan Tuna Tüner'in biriyle yaptığı videoya denk geldim kadının ismini hatırlamıyorum. Röportaj şeklinde bir konuşma. Diyor ki, hatırladığım haliyle, Türkiye'de herkes görücü usulü evlenmiş, küçük yaşta evlenmiş ve boşanmak yasak. Tüm olumsuzluklar bir arada, daha ne olsun nasıl sağlıklı nesiller yetişsin gibisinden anlatıyor. Travmasız insan zaten yok da, travmalarda rekora koşuyoruz sanki. Terapilere gitmek, arayışa girmek, çözüm aramak daha yeni yeni kabul görmeye başlayan şeyler. Bence bizim neslimizin evlenip çocuklarını yönlendirmeleriyle de alakalı bu. 75-85 nesli gibi mesela. Bu anne babalar bu konulara meyilli olunca çocuk da merak edip araştırma ihtiyacı hissediyor. Ya da bu anne babalar artık bir şeylere dur demek istedikleri için bu enerji çocuklara da geçiyor. 

Aile dizimi mesela, ilk defa bunun bu kadar konuşulduğunu görüyorum. Bir şeyleri düzeltmek istiyoruz artık ve ülkenin, toplumun değişmesinin her birimizin kendinde çalışarak kendi kökünü, özünü şifalandırarak mümkün olabileceğini fark ediyoruz. Önce kendini iyileştireceksin ki çevren de iyileşsin. Portakal içten çürümeye başladıysa kabuğunu istediğin kadar sil, parlat o portakal yenmez. Bu çok büyük ve umut veren bir farkındalık. Kendine dönme, özünü görme, içindeki kiri tozu atma, temizlenme. Şimdi çoğu aile buna odaklanmaya başladı ve inanıyorum bir kaç seneye bunun meyvelerini göreceğiz, asıl ülkenin gelişmesine bu katkı sağlayacak.

Ama bunlar kolay şeyler değil tabi. Kafa yapıları değişip şekilleniyor, direnç oluşuyor, kabul etmekte zorlandığımız şeyler çıkıyor ortaya vs.

Baya uzun yazdım yine. Bir şeye takılıp yazmaya geliyorum, hiç aklımda olmayan şeylerden bahsederken buluyorum kendimi. Bilinçdışım klavyeyi ele geçiriyor sanki. Boşaltılması gereken kelimeleri sağıyor zihnimden. Yine yazdım, yine yenilendim. Okuduysanız teşekkür ederim. 

07 Ağustos 2022

Teşekkürler Momentos

Buraya uğrayamadığım süreçte sevgili Momentos Haftalık radyo yayınının 13.programında benim bloguma da yer vermiş sağ olsun. Yayında ilk yazımı seslendirmiş. O kadar güzel okumuş ki, ben mi yazdım bunu dedim, çok beğendim, gururlandım. Çok teşekkür ederim programında bana da yer verdiğin için. Fikir de çok hoşuma gitti, sesli blog :)

Bahsettiği spotify yayını şu linkte: https://open.spotify.com/episode/3OdSqz27Py5SXCwuDBVGM7

5:15'te ben varım :)

Momentos'un blogunu ziyaret etmek için ise: https://sezerozsen.blogspot.com/

22 Temmuz 2022

Nekahat dönemi


Kendimi nekahat dönemindeymiş gibi hissediyorum. Uzun süren bir ameliyattan çıkmış gibiyim. Yaralarım iyileşiyor ama zaman alıyor. En çok da sabrı öğreniyorum. 

Az önce burnuma bir koku geldi, çocukluğumdaki oyuncak bebeğimin kokusu gibiydi. Onu özlediğimi fark ettim. Bu zamana kadar pek de bir şey ifade etmeyen çocukluğumdan bir parçaya şimdi sıkı sıkı sarılmak istiyorum. Sanki daha çabuk iyileşebilirmişim gibi eğer ona sarılırsam. 

Küçük ben, onca yolu geçmeden önce nasıldı?

09 Temmuz 2022

08 Temmuz 2022

Yazıya dökmek

Ay ben bazı şeyleri yazıyorum ama sonra silesim geliyor. Hani yazıp içimi döküyorum rahatlıyorum ya, sanki artık durmasına gerek yokmuş gibi. Az önce yazdığım yazıyı da kaldırdım zaten kimse okumamıştı daha galiba :))

Ama mesela bi kağıda yazıp atmak aynı rahatlamayı vermiyor sanki, burda birilerinin okuma ihtimali, hak verme ihtimali ya da ne diyecekler diye tahmin etmem mi rahatlatıyor bilmiyorum ama daha rahatlatıcı. Sanki meydan okuyormuşum gibi mesela. Sanki o sinirimi bozan şeyi herkese açık şekilde paylaşıp görünür hale getiriyormuşum, somutlaştırıyormuşum gibi falan. Sonra içimi döküp rahatlayınca da gözüm görmesin moduna giriyorum :)) Neyse baya bi ara verip geldim ya, önce böyle böyle biraz zehrimi akıtayım da normale dönüp normal yazılar yazayım diyeceğim ama benim yazılarım hep bi iç dökme değil mi zaten. Amaaaan. Artık neyse ne. Mesela bunu silmem kalır muhtemelen.

Ortaya karışık bişeyler

 Bu aralar çok kötüyüm. Genel olarak herkes kötü ama neredeyse, onun da farkındayım. Bir iç sıkıntısı, bunalım, umutsuzluk hali hakim. 

Doktorlar iki gündür grevde, öldürülen Dr.Ekrem Karakaya’ya çok üzüldüm ben de. İnsan olması, eş, baba olmasından dolayı duyduğum üzüntü bir yana kendi adıma kaybettiğimiz bu değer için de çok üzgünüm. Bu insanlar bu seviyeye gelmek için ömürlerini adıyorlar. Sürekli eğitim alıyorlar deneyim kazanıyorlar, gece gündüz çalışan özverili bir uzman doktoru kaybetmiş olmamız çok acı. Yıllanmış doktorlarımız istifa etmek istediklerini söylüyor. Zaten bir çoğu yurtdışında artık. Yazık çok yazık. Kıymetleri bilinmiyor. Onlar da haklı. Bir şey diyemiyoruz ki…

Hani pandemi başında sağlıkçılarımızı alkışlıyorduk falan… nerden nereye. Hani kıymet veriyorduk, hani çok önemlilerdi? İnsan üstü tempolarla çalışmaları beklendi. Kişisel ihtiyaçları hiçe sayıldı. Buna rağmen devam ettiler. Sonuç? Çok üzücü çok. Vay halimize. Yurt dışından gıptayla bakılan Türk doktorları artık Türkiye’de değil. Artık tıp okumak istemiyor çocuklar. Ne saygın, ne değerli bir mesleği ne hale getirdiler. 

Aslında buraya başka şeyler yazmaya geldim ama bu konuyu da içimde biriktirmişim meğer. Kimseyle konuşmamıştım yazdıkça döküldüm. 

Bu aralar neyi konuşacağımı şaşırdım. Üzüldüğüm o kadar çok şey var ki seçemiyorum artık. 

Yeniden umut edebilmek, hayata karşı umudumu sevincimi yeniden kazanabilmek istiyorum. Tünelin ucu görünmüyor artık, ışık yok ve çok kasvetli hissediyorum. 

Hem kişisel hem de toplumca bir bilinmeze doğru sürükleniyoruz sanki. Belirsizlik ruhumuzu daraltıyor, bir şeylere tutunmak istiyoruz. Sonra yeni bir haberle yeniden düşüyoruz. Cinayet, zamlar, yeni virüs vs…

——

Birkaç gün önce bir psikiyatriste gittim. Güya kafam rahatlar daha mutlu hissederim diye düşük bir ilaç verdi. Yarım kullanıyordum. 5.gününde bana bir şeyler olmaya başladı. Tüm vücudum karıncalandı ateş bastı gözlerim karardı nefesim hızlandı. İlaçtan olduğunu biliyorum, geçeceğini biliyorum ama mutsuzluk hali o kadar hızlı bir şekilde büyümeye başladı ki dayanamayacağımı düşünmeye başladım. Kendime zarar vererek bu hissi yok etmek istedim çok korkunçtu. Bu antidepresanların yan etkilerinde ilk haftalar intihar düşüncesi olabiliyormuş. Ama bu derece olacağını düşünmemiştim. Mutfakta oturuyordum, her an dönüp çekmeceden bıçak alıp kendime saplayacakmışım gibi geldi düşünmemeye çalıştım kalktım dolaştım elimi yüzümü yıkadım geçmedi. Sonra üstümü değiştirdim acile gidecektim. Kendime zarar vermemek için tutarlar en azından beni dedim. Üstümü değiştirdikten sonra yavaş yavaş düzelmeye başladım. Aynadan baktığımda yüzüm dudaklarım bembeyazdı. Biraz daha bekledim belki geri gelir diye o his ama gelmeyince tekrar değiştirdim üstümü ev kıyafetlerine döndüm. Birkaç saat sonra yine oldu. Balkona çıkıp hava alayım dedim, atlamayı düşününce hemen içeri geri döndüm. Ay ne korkunç şey. Olumsuz düşünceleri zihnimden uzaklaştırmaya ve sakin kalmaya çalıştım. Bu sefer daha çabuk geçti. 

Bir tanıdığımız, hacı bir amca, bu ilaçları kullanmaya başlayınca bir gün aniden camdan atlayıp intihar etmişti. Hatta karısı da yanındaymış, birden adamın yüzü kıpkırmızı kesilmiş tabureyi alıp camın önüne koyup atlamış aşağı. Kadın tutmaya çalışmış ama koca adamı zaptedememiş. Herkes mülayim, sessiz sakin bilirmiş adamı çok şaşırmışlar. Zaten hep böyle içine atanlarda daha büyük volkanlar patlamıyor mu… Onda da ilaç yüzünden olmuş meğer. Adamın maddi sıkıntıları varmış o yüzden gitmiş doktora, rahatlamak için aldığı ilaçla iyice kötü olup kendini öldürmüş. Allah korusun. O yaşadığım anı düşününce hani bunun ilaçtan olduğunun bilincinde olmasaydım ve o kötü düşüncelere devam etseydim olmayacak şey değil gibiydi. Bi de bizimkilerin de haberi yoktu ilaç aldığımdan, bir anda kız kendini öldürdü neden böyle oldu diye onlar da şoka girerdi ayyyy bir sürü kişi vardır böyle intihara giden herhalde. 

Neyse bıraktım ilacı falan. Dün içmedim. Daha iyiyim. Ama intihar edenleri anladım biraz, bir anda aklını kaybedip yapabiliyorsun demek ki. Bu psikiyatristler de ilacı verip salıyor ya bu da çok yanlış bence. Madem ilk hafta böyle bir tehlike var o zaman gözlem altında olması gerekmez mi hastanın? En azından “böyle bir şey olursa şöyle yap” falan denir. 

Böyle işte. Bi günde yaşlandım sanki. Çok fenaydı çok. Allah akıl sağlığımızı korusun gerisi hallolur bi şekilde. 

Ama hala mutsuzum. Nasıl aşıcam bilmiyorum. Bazı şeyleri takıntı yaptım herhalde. Nasıl bana bunu yapar, nasıl böyle olur vs… bunu nasıl aşıcam bilmiyorum. Düşünme takıntısı diye bir şey varsa o bende var. Saplanıp kalıyorum düşüncelere. 

Kimsenin güvenilir olmadığı düşüncesi, ailemin bile yanımda olmadığı düşüncesi, yapayalnız ve çaresiz hissetmeyi nasıl aşarım bilmiyorum. Kendi kendime nasıl yeteceğim bilmiyorum. Psikiyatriste gitme nedenim de buydu zaten, kimsenin değer vermesine ihtiyaç duymadan kendi başıma da mutlu olabilmeyi istiyorum demiştim. Bunu öğrenmek istiyorum.

Bir kaç sene sürer demişti terapi. Bi de kafam rahatlasın ki daha rahat anlatayım her şeyi diye ilaç verdi işte. Terapiye de devam eder miyim bilmiyorum. Hiç açmasam mı o beynimin derinlerindeki saklı sandıkları acaba? Belki kendi başıma da aşabilirim?

Bi de şu var çünkü, garantisi yok düzeleceğinin bu durumun. Tamam gidicem edicem ama düzelmeyedebilir. Ya da düzeldi derim bi olay yaşarım başa sarar. Bu sefer “o kadar terapiye gittim hala böyleyim demek ki ben asla düzelmeyeceğim” diye daha beter karamsarlığa kapılırsam bu daha kötü değil mi?

Neyse. 

Sabah annemle bi tartışma yaşadık. Onun yazısını yazmıştım bu yazıdan önce aslında ama şimdi sildim onu. Okuyan oldu mı bilmiyorum ama çok kalmadı zaten. Annemi de çok suçlamamam lazım. Biz birbirimizi anlamıyoruz, iletişim sorunumuz var. Aslında seviyoruz ama anlaşamıyoruz. Onun dedikleri bana ters geliyor benimkiler ona. En ufak şeyden bile kavga çıkıveriyor. Babamla da böyle aslında. Benim dediklerim onlara sanki çok aşırı bir şey söylemişim gibi geliyor ve hemen karşı savunmaya geçiyorlar, onlar başlayınca ben de başlıyorum savunmaya sonuç savaş alanı. Benim bunu düzeltmem lazım. Karşımdakinin tavırlarını, sözlerini çok fazla içselleştirmemeyi öğrenmem lazım. Tartışmaktan da korkmamam lazım aslında, düzgün bir şekilde tartışabilmem lazım belki de. Gerçi bizimkilerle o mümkün değil ama… ama işte tartışırken dilimin kemiği yok maalesef. Karşımdakini dilimle alt ediyorum, belki de yenilmeyi de göze almam lazım. Yanlış anlamış/düşünmüş olabilirim, yenilebilirim, hata yapabilirim. Bunları kabul etmeli, kendimi böyle sevmeliyim.


Bu arada telefondan yorum yapamadığım için yorumlara dönemedim. Gün içinde bilgisayarı açıp dönmeyi düşünüyorum. Bayadır buraya da gelmiyordum zaten, boşladım baya. 

Yazmak bana iyi geliyor. Hep söylerim yine söylüyorum. Biliyorum iyi geldiğini, o zaman neden boşluyorum ki. Sonra debeleniyorum düşüncelere saplanarak. Zihnim çok aktif ve boş kaldıkça değirmen gibi kendini öğütmeye başlıyor. Hep bir şeylerle meşgul olmak zorunda. En azından kağıda döküp sağmalıyım zihnimdeki fazla enerjiyi ki rahatlasın, daha iyi şeylere yer açılsın. Bi de annem tesbih çek dedi. Vesveselerinden kurtulmak için her boş kaldığında tesbih çek dedi çok mantıklı geldi. Gerçekten de o ilaç yüzünden kötü olduğum gece mesela birkaç defa ayetelkürsü okuyunca zihnim rahatladı ve ferahladım. Gece boyunca rahat uyudum.

Yazmak ve tesbih çekmek. Bunları hayatımdan hiç eksik etmemem lazım benim. Kendime not olsun. Kuşağına küpe olsun. Unutursam bir şeyler sebep olup hatırlatsın.

Sizler nasılsınız bu arada? Döneceğim hepinize. Görüşmek üzere.


21 Mayıs 2022

Son 20lik de gitti

Nedense telefondan yorum yapamıyorum, sizde de böyle mi? Bilgisayarımı açtığım zaman cevap verebiliyorum sadece… nedenini anlayamadım ama. Anonim yapıyor, oturum açmama rağmen anonimde kalıyor. (Bilgisayarı açtım ama hala yorum yazamıyorum.)

Pazartesi son 20liği çektirdim. Çok zor oldu yine. Bir önceki gibi. Bu sefer gittiğim kişi kadındı ve yeni mezun gibiydi. Devlet hastanesine gittim. Özeller çok pahalı diye. Dişçi demir çubukla dişimi ittirip hareket ettirmeye çalışırken bir kaç defa o demiri yanağıma batırmış. Eve gelip bakınca fark ettim tabi uyuşukken anlamamışım. Yanağım delik delik olup kan toplamıştı. Bi kere de diğer taraftan kayıp dilimin altına battı. Onu hissettim ve çok acıdı. Pardon dedi devam etti. Diş bi türlü çıkmıyordu. Sallanıyor ama yukarı çıkmıyor. Sonra başka bi doktor daha geldi kendisi başka bi alet kullanıyormuş onunla denedi yine uğraştı sonunda çıktı. Kök kanca gibi olduğu için zor olmuş. 

Bu kadar zorlanınca travmatik diş çekimi oluyormuş galiba netten araştırdığıma göre. Belki ağrı yapmaz çabuk iyileşir dedim çok dikkatli baktım, çok yemedim içmedim ama yine de ağrı geçmedi. Ertesi gün akşam antibiyotik kullanmaya başladım doktora sormadan. Bi önceki dişimde de böyle ağrı geçmemişti doktora gittiğimde antibiyotik yazmıştı. Evde vardı nasılsa ona başladım. 

Bir de kırık dişim vardı ama ona hiç zaman kalmadı tabi. Çok bekletme kanala gitmesin dedi. Bi ara onu da yaptırmaya gidicem. 

Az önce antibiyotik içmek için bişeyler yedim ve ağrım başladı yine. Bişeyler yiyince, içince, çok konuşunca ağrıyor. Tüm diş köklerim ağrıyor sanki o taraftaki. Bi de yanağım dilim, tüm yaralar ağrıyor. Önceki çekimde de bunları yaşadığım için korkmuyorum, geçeceğini biliyorum. Öncekinde korkmuştum doktor yanlış bir şey mi yaptı diye hatta annem çene kemiğini mi kırıldılar diyip iyice panik yapmıştı beni, gidip doktora demiştim bunu gülmüştü doktor onu kırmak öyle kolay değil diye. Şimdi bile kemiğe zarar mı verdiler acaba falan diyor. O benden de panik. 

Dün işe döndüm, ilk defa gün içinde ağrı kesici içmedim. Ağrıdı ama dayandım. Normalde günde üç tane ve gece uyandırdığında bi tane içiyordum saat 2 buçuk 3 gibi. Eve geldikten sonra ağrı arttı, yatmaya yakın içtim bi tane mecbur. Belki de işteyken işlerle uğraşmaktan ağrıyı düşünmemeyi başarabildiğim için dayanabildim. Ama evde buna uğraşsam da yapamadım. Ya da dayanamayacağım seviyeye çıkmıyor ağrı artık. 

Bu gece de yine uyandırdı ama içmicem dedim, içmedim. Bu sefer gecenin 3ünde değil, 5i geçiyorken uyandırdı. 

Yok ya ağrı hafifliyor galiba, önceki günlerde de ağrı kesici içmemeye çalışıyordum ama bekledikçe zonklamaya başlıyordu. Dayanamıyordum. 

Bi de alerji için gittim doktora, krem verdi hap verdi bi de iğne verdi ama iğnenin yan etkisi çok kötü diye ve internetten araştırdığıma göre de çok acıtıyor diye yaptırmaya korktum. Kremi bi kaç kere sürdüm, hapa devam ediyorum ve geçti. Hapı da yarın içmiyim artık hatta. Yeter. İçim dışım ilaç oldu. 

Bi de ruh sağlığımdan bahsedeyim. Dün biraz düşününce bende terkedilme şeması olabileceğini fark ettim. Bu duyguya ait anılarım var mı diye düşününce bir sürü anı patır patır döküldü gözümün önüne. Zaten ilişki kurmaktan kaçışım da bu yüzden bence, ya o da giderse korkusu. Ya benimle artık ilgilenmezse, ya vazgeçerse. Kadın erkek farketmez her insana karşı hatta belki hayvana bitkiye karşı bile böyleyim. Ya solarsa, ya bozulursa, ya değişirse, kaçarsa falan…

Sanki yanımda hiçbir şey, hiç kimse kalamazmış gibi. 

Bu yüzden de kendimi çok izole ediyorum. Tek yaşamayı tercih ediyorum mesela, uzun süren arkadaşlıklardan kaçıyorum. Bir süre sonra iletişimi koparmaya çalışıyorum. 

Çünkü birlikteyken benden uzaklaşmasınlar diye de çok verici oluyorum. Her konuda destek oluyorum karşılık beklemeden. Ve karşı taraf bunu kullanmaya başlıyor. Benden beslendiği için gitmek istemiyor ama ben tükenmeye başlıyorum ve bi şekilde ben gitmeye çalışıyorum bu sefer. 

Biraz bu terkedilme şemasını araştrıcam. 

Çocukluğuma bakınca çok fazla yalnız hissettiğimi hatırlıyorum aile içinde. Sokağa çıktığımda her şey güzel ama eve dönünce yalnızlık. Bi de diğerlerinin hep iki yaş ya da bir yaş küçük kardeşi vardı bir tek ben tek çocuktum çok kıskanıyordum. Onlar eve gidip yine birlikte olmaya devasm edecek ama ben eve gidince yalnız kalıcam diye. 

Hayatım boyunca hep ilişkilerimde bırakan taraf oldum. Ve hep kısacık sürdü. En fazla bir aydır herhalde. En ufak bi anlaşmazlıkta sanki karşı taraf beni bırakacakmış gibi hissedip ben bırakıyordum bir daha da geri dönmüyordum. Zaten emin de olamıyordum gerçekten bu kişiyle birlikte olmak istiyor muyum diye. Herkeste bir kusur buluyordum. Kendimi vazgeçiriyordum bi sebep bulup da.

Belki de fark etmeden hep bana bu şemayı yaşatacak kişileri seçiyorumdur ne kadar kaçmaya çalışsam da. İnsan psikolojisi, bilinçaltı çok acayip.

15 Mayıs 2022

Alerji


Son bir kaç haftadır iyice her yerime yayılmaya başlayan kaşıntı ve kabarmalar sonucu dün dermatoloji bölümüne gittim, kan testi verdim, alerjim varmış. Son zamanlarda farklı bir şey yedin mi dedi yok dedim. Ne alerjisi olduğu kan ile çıkmıyormuş sadece alerji olduğu kesinleşiyormuş sonuç ile. Üç tane iğne, bir hap ve bir krem verdi. Yarın iğneye başlayacağım... Tam da bu hafta izin almıştım, buna almışım gibi oldu. 

Muhtemelen bahar alerjisi. 35 yaşındayım. İlk defa oluyor. İki aradaşımda daha 35te başlamış, çok ilginç değil mi? Daha önce hiç alerji olmazlarmış, 35 yaşında bir üzüntü yaşamışlar ve o bahar alerji omuşlar. Sonrasında da her yıl tekrarlamış. Benim de bu 35.yaşım çok fazla üzülüp kırıldığım bir yaş oldu. Bağışıklık düşünce daha kolay oluyor sanırım başlaması.

Yarın da dişçiye gideceğim, bir dişim kırıldı ramazanda. Erteledim erteledim daha yeni gidiyorum inşallah sorun çıkmaz da dolguyla halledilir. Bir de yirmilik dişimi çektirmem lazım, son 1 tane kalmıştı. 10'a randevu aldım, iyi bi kahvaltı yapıp çıkarım, öğleden sonra da sağlık ocağına gidip iğne yaptırırım. Çarşambaya kadar her gün bir tane.

Perşembe resmi tatil. Cuma da iş başı yapacağım. 

Perşembeye de bi psikolog randevusu aldım ama gider miyim iptal mi ettiririm henüz karar veremedim. Aslında çok iyi bir psikiyatrist var ona almak istedim, ama en erken 2 Temmuz'a verdiler. Ona gidene kadar bi psikoloğa gideyim bari dedim. İçinden çıkamadığım ve çıkamadıkça da hayat kalitemi düşürmeye başlayan bir durum var, yardımcı olabilirler inşallah bakalım.

Bunların dışında, havalar ısınmaya başladığı için mutluyum. Güneş yüzünü gösterdikçe umutlanacak sebepler bulmak daha kolay. Güçlü hissetmek daha kolay. Kendine güvenmek, kendine değer vermek daha kolay sanki.

07 Mayıs 2022

Gölge

Bazen gölgede geçer hayat, ne yaparsan yap görünemezsin. Anlaman gereken budur bu defa. Gölgedekini anlamak... 

Hayat deneyimlerden ibaret, bazı durumlar için başkalarının tecrübelerine şahit olmak yeterken bazı durumlarda sen onu deneyimlemek zorunda kalırsın, çünkü belli olmuştur artık başka türlü anlamayacağın. 

Allah düşmanımız değil, ne yapıyorsa iyiliğimiz için. Biz inat etmişizdir, göz ardı etmişizdir de ondan çıkıyordur bu kadar karşımıza bunlar. Çünkü hayatta dersleri pas geçmek diye bir şey yok. Ne düştüyse nasibine, kabul edip ona göre hareket edeceksin. Boşuna imtihan dünyası denmiyor ya buraya. Sınavlardan geçeceksin, sınavdan kaçarsan sınıfta kalırsın.

Anlamanı ister Yaratıcı, bilinçlen, aklını başına al ister. Ne kadar gelişirse bilincin o kadar yaklaşırsın çünkü Ona, Onu anlamaya.

Her şey her zaman istediğin gibi olmayacak. Bazen düşeceksin. Hatta ayağa kalkmaya uğraştıkça tekrar tekrar düşeceksin. Son gücünü topladın sanacaksın, ama bir daha düşeceksin. Ta ki senin gücünün üstünde bir güç olduğunu anlayana kadar. Ta ki acziyetini fark edene, teslim olmayı öğrenene kadar. 

O zaman içinde bulunduğun durumu da idrak etmeye başlıyorsun işte. Ayağa kalkıp biran önce kaçıp gidemediğin için etrafa bakmak zorunda kalıyorsun. Etrafını görmek, oradaki varlığını da kabul etmen demek. Çevren var, o zaman sen de varsın. Buradasın. Buraya layık mısın? Bilemeyiz. Ama şimdi buradasın. Sorgulamaya gerek var mı?

Hayat sana ne anlatıyor? Neyi fark ettirmeye çalışıyor? Sence hayatın sana garezi olabilir mi? Hayatın bundan çıkarı ne olabilir ki? Ancak senin gelişimine katkı sağlamaya çalışıyor olabilir. Kusura bakma ama dünyaya gelip ot gibi kalman komik olurdu. 

Madem bir karar verildi, madem geldin, bir işe yarayacaksın. Hiç olmadı kendini tanıyacaksın. Fark edeceksin, kurtaracaksın, anlayacaksın, anlatacaksın. Kaçış yok, kabul var. 

Kimseden üstün değilsin. Kimseden aşağı da değilsin. 

Etrafındaki acılara saygı göster. Canı yanan sensen, umudunu kaybetme. Elbet güneş bir gün doğuyor. Ama yarın, ama haftaya, ama seneye, elbet bir gün... Belki de sen anladığın an.

16 Nisan 2022

İstenmeyen

Keşke bazı insanları hayatımızdan çıkarabilsek. Mesela bazı iş arkadaşlarını… ne işi bırakabilirsin ne onu durdurabilirsin çok zor. 

13 Şubat 2022

Kolay mı sandın

Sabah yine baya zor kalktım. 12 falandı galiba. Gece bi rüya görüp uyandım. Sonra unutmak istemedim telefona not aldım rüyayı. İlkbahar gelmişti, kırmızı tişört giymiştim bi misafirimiz vardı falan. Hayırdır inşallah. 

Zorla kalktım yataktan sabah, hatta öğlen demeliyim sanırım. Kahvaltı için zorladım kendimi. Neyse ki “Hometown cha cha cha” izlemek kolaylaştırıyor kahvaltıyı biraz. Onu izleyeceğim diye yiyorum. Sonra da akşama kadar başından kalkamıyorum gerçi :)

Bugün yemek yaptım kendime. Yemek dediğim de salçalı, sarımsaklı, naneli bulgur pilavı. Bir de ton balığı vardı onunla yedim. Biraz göbek salata vardı onu da sosladım aldım masaya. Kendim için bir şeyler hazırlayıp yemek iyi hissettirdi. Hem kafam dağıldı hem de beslenmiş oldum. Beslenme konusunda çok kötüyüm, kendime hiç iyi bakmıyorum.

Genel olarak kendime pek iyi bakmıyorum. Yeme içme spor ev düzeni temizliği vs… Hep her şeyi erteleye erteleye sürünerek yaşıyorum resmen. Sanki sürekli birileri beni kurtarsın modundayım. Sonra da ruh halim de yerlerde sürünüyor tabi. Çalışma masam, odam karışık. Kafam gibi. Daha bunları toplayamazken kafamı nasıl toplayayım.

Neyse bi de çamaşırları yıkadım, onu da erteleyip duruyordum. Bulaşıkları makineye dizdim. Biraz mutfak da toparlandı.

Sonra aktardan kurutulmuş sarı kantaron almıştım bir haftadır poşette duruyordu. Onu açıp ufalayıp kavanoza doldurdum, su kaynatıp bi bardak içtim. Her gün düzenli içmek antidepresan gibi hafif depresyona iyi geliyormuş. O yüzden almıştım. Şimdilik pek bir şey hissetmedim ama biraz devam edicem bakalım.

Kitap okumak istiyorum ama elime alasım gelmiyor neden acaba, düzelmeyi reddediyor olabilir miyim? Kitabın bana iyi geldiğini bile bile okuyamamak çok ilginç. Ama resmen kendimi başka şeylerle oyalıyorum okumamak için, enteresan gerçekten. Kendimin düşmanı gibiyim. Düzelmek istemiyor gibiyim. Belki de tek sorun kendimimdir, benimdir. Hayatımın düzene girememesindeki en büyük engel benimdir. Hatta belki de tek engel.

Yarın iş var. Ne giycem hiç bilmiyorum. Birazdan banyo yapıcam.

Yeni bir hafta, sonra yine bir hafta sonu, sonra yeniden… 

2021 genel olarak çok zor bir yıldı benim için. Her konuda sınandım neredeyse. Aile, kardeş, arkadaş, iş, aşk. Mahvetti beni. Hepsinde ayrı ayrı hayal kırıklıkları yaşadım. Bir tane tutunacağım bir şey bulamadım. Bunlarla uğraşmaktan yılın nasıl geçtiğini de anlamadım. Ama ölüp yeniden doğdum sanki. Kendimi çok değişmiş hissediyorum özellikle insan ilişkilerinde. O saflık, yersiz ve fazla iyi niyet gitti. Güven gitti aslında. Kendimden başka hiç kimsem olmadığını fark ettim. Etrafımdaki insanlara yürekten değil göstermelik yaklaşmaya başladım çünkü doğrusu bu gibi geliyor artık… Daha iyisini hak eden var mıdır şüpheliyim. İnsanoğlu ne kadar iyi olursa olsun karşı taraf biraz daha verici olunca kendini bir şey sanıp ezmeye çalışıyor direk. 

Herkesin kendine özgü travmaları var. Suçlamıyorum kimseyi. Kimseye müdahale edemem. Herkes kendi hikayesini yaşıyor. Ben sadece kendimi nerede tuttuğuma bakarım. Bana kötü davranan bir kişiye “böyle değil şöyle davranmalısın” diye diretemem, söylerim ama yapmak doğasında yoksa zorla yaptıramam. Ya da belki de bana kötü davranmak istiyordur, görevi budur. Hayat bu yolla bir sınav verdiriyordur bana. Ben kendimden sorumluyum. 

Hayat zor.


12 Şubat 2022

Uzun ince bir yolda gidiyoruz gündüz gece

İki sayfa kitap okuduk diye mutlu olduk yine. 

Sabah kalkasım gelmiyordu bir türlü. Kendimi zorlayıp duşa girdim, pek sabahları duş alma alışkanlığım yoktur. Her gün duş alanlardan da değilim, 3-4 günde bir. Baya üşengeç biriyim. Ama iyi geliyormuş. Ferahladım. 

Şu an saat 18:18. 

Birkaç haftadır o kadar fazla böyle saatlere denk geliyorum ki. İstisnasız her gün en az 4-5 kere. Saate baktığımda bu şekilde uyumlu gelmeme durumu çok az. Hayat bana ne mesajı veriyor da bir türlü anlamıyorum acaba.

Neyse. Sonra kahvaltı hazırladım. Netflix ile yedim. Cha cha diye bir Kore dizisi var onu izliyorum, çok tatlı.

Sonra eski günlüğümü okudum biraz. Şimdiki durumları yazdım. Bu da iyi geldi baya. Hem geçmişten bir şeyler okumak hem de kalem ile kağıda bir şeyler yazmak.

Az önce de Beyhan Budak’ın “Mutluluğu kaybettiğin yerde arama” kitabına başladım. Bir kaç sayfa okudum ve iyi hissetmeye başladım bile. Çok ilginç. Kendi duygularımı, sıkışmışlığımı sadece ben yaşıyormuşum gibi bir yanılgıya kapılıyorum çoğu zaman, sonra böyle başkalarından da okuyunca ya da dinleyince yalnız olmadığımı fark edip biraz daha güçlü hissediyorum.

Ne yaşanacaksa yaşanıyor, hayat bu, biz ise her engele ve her moral bozucu etkene rağmen bu yolu gitmeye devam etmek zorundayız.

19 Ocak 2022

14 Ocak 2022

Ben sevilmeyi hak etmiyorum inancı

Bende bu var galiba. 

Birinin ya da birilerinin beni seviyor oluşuna inanmaya başlayınca da ara ara test edesim geliyor acaba gerçekten seviyor mu diye, yoksa oynuyor mu…

Genelde de oynuyor çıkıyorlar ne yazık ki. 

Sınavım sevgi üstüneymiş çok iyi anladım artık. 

Yüzümün gülmesine müsaade etmiyor hayat. 

Ve bana mesajı “önce kendini sev, kendi değerini kabul et”. Bunu nasıl başarabilirim? Eksikliğin farkındayım ama düzeltemiyorum sanırım. 

10 Ocak 2022

PCR

Dün test verdim.

Bir haftadır hastaydım, evdeydim. Ne acayip bir hastalıksa bu tam iyileştim diyorum ertesi gün başa sarıyor.

Ne zaman duş alsam hastalık başa sardı, o kadar dikkat etmeme rağmen. Banyoyu ısıttım, başımı iyice kuruttum sardım, hatta örtüp de uyudum başımı ama yok, yine üst solunum tıkalı. Vücudun direncini çok kırıyor belli ki virüs. Bugün işe dönecektim ama bi test yaptırayım da temiz olduğumun belgesi olsun en azından dedim çünkü hala burnum arada tıkanıyordu/akıyordu. Testi verdim geldim, duşa girdim ve kendime o kadar dikkat etmeme rağmen bu gece yine hastaydım. Burnum tıkalı nefes alamıyorum, fısfıs yapıyorum burnuma o bile açmıyor bugün. Allah'ın gücüne gitmesin de bıktırdı valla. 

Bu hastalığı geçirenlerden de aynı şeyleri duydum. Tam bitti diyorsun devam ediyor dediler. Ateş yok, öksürük yok, halsizlik yok sadece burun akıntısı/tıkanıklığı var bende. Bu tıkanıklık yüzünden artık baş ağrım da var. Test sonucu bugün çıkar, negatif bekliyorum ama belli de olmaz. 

Bi de ben test vermekten hep korktum, o yüzden de kendime hep çok iyi baktım. Aşı olana kadar da hiç hastalanmadım. Aşı olduktan bi hafta sonra mı neydi, hastalandım. İkinci aşıdan sonraydı sanırım. Doktora gittim soğuk algınlığı dedi üç gün rapor verdi dinlendim ilaç içtim geçti. Ve şimdi ikinci kez hastalandım. İki ayrı doktora gittim yine soğuk algınlığı dediler. Nurofen, Azitro verdiler. Antibiyotik baya düzeltti beni ama şimdi yine ilk zamanki gibiyim. Doktorlar test yaptır demedi hiç. Hatta ben sordum yaptırayım mı diye gerek yok dediler.

Dün kendi rızamla test yaptırmaya gittiğimde yan sıradaki kadına neden test yaptırmak istediğini sordu kayıt alan kadın, o da ateş öksürük var vs bir şeyler dedi, sonra "isterseniz doktora yönlendirelim" dedi, hemen test almıyorlar yani. Yok ben test istiyorum dedi kadın. 

Buna da şaşırdım biraz. Sanki önceden en ufak bir şeyde test yapıyorlardı.

Herhalde vaka sayıları artmasın diye böyle artık. Temaslı ismi de almıyorlarmış pozitif çıkanlardan. Önceden özellikle soruyorlardı, şimdi sen gidip bildirmedikçe soran olmuyormuş. Vaka azaltma politikaları hep.

Şu testin sonucu çıksa da bi rahatlasam ya. Belirsizlikler sıkıyor beni :)


08 Ocak 2022

Nasılsınız?

Bu bir sohbet kutucuğu gibi olsun mu? Sohbet edelim mi? 

Çok canım sıkkın uyandım bu sabah. Sizler nasıl uyandınız? 

Mutlu musunuz mutsuz musunuz? Bugün neler yapacaksınız? Hangi kitabı okuyorsunuz mesela? Sizi ne mutlu etti bugün? 

Anlatsanıza biraz, kafamız dağılsın :)