31 Ekim 2020

Bir devrin bitişi

Hayatın 33 yaş köşesini geçtikten sonrası da baya ilginçmiş...

Az önce, zamanında bana her fırsatta kur yapan birinin düğün davetiyesini aldım. Kimseyle evlenemez sanıyordum. Herkesle anlaşır ama ciddi düşünemez gibi, çocuk gibi geliyordu. 

Eski sevgilim, sevgili olmadan önce çok koşmuştu peşimden. Diğer yandan da bu kişi koşuyordu. Aslında eski sevgilim daha sevgili değilken yani ufaktan bana ilgiliyken, boşuna ümitlenmesin diye, ne zaman kahve içelim vs tarzında tekliflerde bulunsa ben bu ikinci kişiye sen de gelsene derdim. Sıradan arkadaş buluşması olsun diye. Sonra ikinci kişi de benden ışık gördüğünü düşündü herhalde. Kimse farklı anlamasın kimse ümitlenmesin derken iyice elime yüzüme bulaştırmıştım. 

Bazen belli belirsiz bir rekabet olurdu aralarında bazen de birbirlerinden tamamen habersiz aynı mesajları atarlardı. Habersizdiler evet eminim çünkü samimi değillerdi ve hoşlanmazlardı birbirlerinden pek. Anlaşmalı mesaj atmaları mümkün değildi yani.

Bu sırada, bu iki kişiden de önce, bana kur yapıp etkilemeye çalışan ama bir gün ilgili bir gün egolu davranıp dengesizliğini kanıtlayan biri vardı. Tam onunla yolları tamamen ayırmaya karar vermişken bu ikisi çıkmıştı.

Sonra biz bu iki kişiden ilkiyle sevgili olduk, 2 yıl sürdü. Ailesi istemedi, bitti. Ailenin istediği biriyle evlendi. 

O ilişkiden sonra tekrar biriyle sevgili olamadım bir daha. 30 yaşındaydım yolları ayırdığımızda. Üzerinden 4 yıl geçti. Kimseye güvenemedim. 

Ve şimdi o diğer kişi de evleniyormuş. O yılları yaşamış olduğuma inanamıyorum bazen. O kadar canlı, umut doluydum ki. Zaten bu yüzden çok dikkat çekiyordum ve insanlar hep yanımda olmak istiyordu. Kıskananlar hariç. Düşmanım da çoktu tabi... Hemcinslerim pek sevmezdi özellikle.

Ayrılıktan sonra bir süre psikolojik destek gördüm. Ama kısa bir süreydi. O günü takip eden iki hafta boyunca, gözlerimden durmaksızın akan yaşlar dışında bir yaşam emaresi gösteremediğim için psikiyatristim hafif bir sakinleştirici verip sonra bıraktırıp kendi başıma idare edebileceğimi söylemişti. 

O günler için yüreğimden hissederek söylediğim en gerçek şey “ışığım söndü” olmuştu. Sanki o zamana kadar kalbimde, içimi hep canlı tutan tatlı, sıcak bir ışık vardı ama artık sönmüştü. Artık içim karanlıktı.

Açıkçası, hala karanlık hissediyorum. Tekrar cıvıldar mıyım, kalbimin ışığı tekrar yanar mı yansa da korkup üstünü örter miyim bilmiyorum. 

Bu günleri hiç düşünememiştim. 34 yaşımda, 65lik tek yaşayan dul teyzeler gibi hissedeceğimi bilemezdim. 

Çevremdeki herkes ayağa kalkarken ben düşmüş gibi hissediyorum. Herkesin atı nihayet şahlanmışken, benimki çatlayıp yere yığılmış gibi. 

İnternetten kitap alışverişi

 Geçenlerde BKMkitap hakkında bir yazı yazmıştım. Onu yazdıysam bunu da yazmalıyım diye düşündüm. 

Önceki yazımda, muhtemelen ellerinde olmayan kitabı var gösterdikleri için 2 hafta boyunca kitapların temin edilmesini beklediğimden bahsetmiştim. Sonra da iptal edip idefix’ten almıştım. İdefix hemen kargolayıp göndermişti ama hiç bir güvenlik almadan olduğu gibi kutuya atmışlardı, poşete vs sarmamışlardı, hatta kitaplardan biri lekelenmişti. 

Birkaç gün önce çok acil olmayan iki kitabı tekrar BKM’den vererek bir kere daha denemek istedim. Birkaç gün sonra kargoya verildi. Mobil uygulamadan sipariş verirken kargo bedava oluyor (mim 30₺ olmak şartıyla). PTT ile gönderiyorlar. Baloncukları kalın poşete sarmışlardı, baya korunaklıydı. Yine ayraç falan yoktu ama kitaplar sağlamdı önemli olan da o. 

Bir de hemen gelsin istediğim kitaplar vardı, temin edilip edilmediğini kargoya verilişini vs takip edebilmek için onları da kitapyurdundan sipariş ettim. Klasik kitap yurdunun karton kutusuna koyulmadan önce poşetlenmişti kitaplar. Zaten kitapyurdunun paketi baya sağlam. Kitaplar da sıkı poşetli olduğu için hiç yerlerinden bile kıpırdayamamışlar. Onlar da çok güzel ulaştı elime. 

Öyle yazmak istedim işte...

Bu arada Kitapyurdu kargo bedava olması için 100₺ limit koymuş ama kargoyu bedavaya getiren bazı joker ürünleri var. Mesela küçük prens kitabı gibi. Sepete onu da atınca kargon bedava oluyor. 

24 Ekim 2020

Müzik ruhun gıdasıdır


Bir yerde okumuştum, günde 10-15 farklı türlerde müzik dinlemek ruha iyi gelir yazıyordu.

Bugün bu müzikle kendime bir ara verdim. Girişteki trompet sesi tüylerimi ürpertti. Müzik iyi ki var...

Videonun altına bir yıl önce yazılmış olan bu yorumu görene kadar büyülenmiş gibi dinliyordum, yorumu okumamla gülmeye başlamam bir oldu :D


21 Ekim 2020

Karışık her şey karışık

 


Can sıkıntısı bastırdıkça bir şeyler yemeyi, mutsuz hissettikçe abur cuburla mutlu olmaya çalışmayı öğrendim bu pandemi boyunca. Sağlıklı yemek midemi bulandırıyor bazı zamanlar, sadece anı geçiştirmelik yemeler başladı. O an canım bir şey yemek istiyor, en yakında yemeklik ne varsa onu yiyorum geçiyor. 

Bugün de öyle bir gündü işte. 

Üstüste yediklerim karpuz, salçalı omlet, bol sirkeli göbek salata, peynir, kakaolu bisküvi ve şimdi de Türk kahvesi ile çikolata...

Bulaşık yıkarken midem ağrıdı biraz, o zaman anladım her şeyi çok karıştırdığımı.

Kahve de bayatlamış, hiç tadı tuzu yok. Çikolatayla kapatıcaz artık. 

Midem diken üstünde bekliyor herhalde, kahveden bir yudum aldım hemen içerden bir sızı geldi. Tamam sakin ol günü kapatıyoruz mideciğim daha bişey yemicem tamam :)))

Bir de bütün masumlar apartmanının son yayınlanan bölümünü izledim. Han ve İnci aşkına hayranlıkla baktığımız süre ne kadar anlık oldu ya bu kadar psikopat olduğunu ben de tahmin etmiyordum. Bir anda mafya dizisine döndü sanki. 

Sanırım İstanbullu Gelin dizisine başlayacağım. Kardeşim mutlaka izle tam senlik kesin beğenirsin dedi. Merak ettim ben de. Kırmızı Oda’daki Alya’nın hikayesiymiş o da. 

Bu arada Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitaplarını aldık, hemen geldi. Kardeşim başladı birine ben daha başlamadım. Ben Jane Eyre’e başlayacağım şimdi. 

İki gün boyunca sabahtan akşama kadar evdeki kütüphaneyi temizleyip düzenledim. Tüm rafları boşalttım, sildim, kitapları türlerine göre ayırdım, tek tek sildim, yerleştirdim. Ben bizde roman yok sanıyordum ama kütüphanenin neredeyse yarısı roman çıktı. 

Geçen Cumartesi de arkadaşım evlendi. Koronadan dolayı sade bir nikah yaptılar sadece. Çok kalabalık da değildi. Çok tuhaf hissettim öyle az kişiyle hemen olup bitince. 

Kahvem soğumasın diye yazarken arada içiyordum, bitti. Çikolata kaldı öyle. Ben kahveyle birlikte yicektim onu ya. Neyse. 

Bu aralar hem sonbahar depresyonu hem de coronanın yeniden ayaklanması ama artık devletin ekonomiyi kurtarmak adına hiçbir önlem girişiminde bulunmaması çok zorluyor hepimizi... Kardeşim haftada bir okula gidiyor, meslek dersleri için, ve yüzme dersi de var. Geçende başladılar, kurutma makinesi yokmuş havuzdan çıkınca ıslak kafayla evlere dönmüşler. Çok sinir oldum ya. Virüs var diye havuzu açmayalım demiyorlar parayı alıp kaydı alıyorlar ama makine virüs bulaştırır diye kullanım dışı. Haftaya duşlar da kapalı olacakmış. Resmen şaka gibi ya. İnsanlar iyice delirdi. 

15 Ekim 2020

Senden Önce Ben

Anne’in kitaplarını beklerken okumaya başlamıştım bu kitabı. Sonra siparişim gelince bunu kenara bırakıp Anne’e başlamıştım. O iki kitap bitince dönüp bu kitabı bitirmeye karar verdim. 

İlk yaklaşık 150 sayfasına kadar ergence olduğunu düşündüm. Zaten o yüzden yarım bırakmıştım ama roman tarzı pek kitabım olmadığı için yine de şans vermek istedim. Roman okumak istiyordum çünkü. Sonra biraz daha okuyunca merak uyandırıcı olmaya başladığını fark ettim.

Fena değildi. Tekrar okumak isteyeceğim, kitaplığın baş köşesine koyup arada bakmak isteyeceğim bir kitap değil. Okudum ve biti. Başında ve bazı yerlerinde zorlanarak okudum ama bazı yerlerinde de su gibi aktı onu da söylemem lazım. 

Şu açıdan sevdim, o durumdaki birinin nasıl hissedebileceğim anladım biraz. Ana karakterin durumu çok zor. Ama sonunu böyle beklemiyordum. 

Kitabın arkasında “mucizelere inanmıyorum diyen bir kez daha düşünsün” yazıyor ama kitapta pek mucizelik bir şey göremedim açıkçası. 

İkinci kitap olan “Senden sonra ben” i de sırf seriyi tamamlamak istediğim için okumaya başlayacağım ama çok sıkıcı gelirse kendimi zorlamayacağım. 

12 Ekim 2020

Yeşilin kızı Anne -2 / Avonlea

Yazıya başlamadan önce, bu yazının kitap ve dizi hakkında spoiler içerdiğini söylemeliyim. Başka türlü anlatamam çünkü. Spoiler olan kısmı mavi renkle ve eğik yazıyla yazacağım ki okumak istemeyenler için daha belirgin olsun. 

Birinci kitap hakkında, sonu dizideki gibi bitiyor hemen hemen demiştim ya, ikinci kitapta öyle olmadığını anladım. Ben arkadaşlık derken sevgili oldular sanmıştım.

İkinci kitap Anne'den ziyade çevresindeki olup bitenlerle alakalıydı. Anne ile ilgili tek gelişme bir süreliğine öğretmenlik yapmasıydı. 

Anne'nin, bu hayalperestlikle evlilik yoluna nasıl adım atacağını, nasıl bir eş, nasıl bir anne olacağını çok merak ediyordum. İkinci kitabın son sayfalarına geldiğimde bile belki bir anda 10 yıl sonrasını anlatmaya başlar ve evli çocuklu halini de okurum diye umut etmeden duramadım. Ama dizideki son, ikinci kitabın sonuymuş meğer. Hatta o bile değil. Net bir sevgililik başlangıcı bile olmadı sadece ima oldu ve Anne bir şeyler hissettiğini fark etmeye başladı. Bu kadar.

Kitabı bitirdikten sonra bir süre öylece kaldım, derin bir hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Keşke dizisinden önce kitabını okusaymışım dedim, o zaman beklentiye girmezdim ve tadını çıkarabilirdim.

Kitapta işlenen konular sıkıcı ya da saçma değildi, güzeldi ama ben ne zaman olacak diye beklentiyle okuduğum için tatmin edici olmadı.

İki kitap boyunca da diziden farklı pek bir şey olmadı (Anne konusunda). Bazı ölümler ve eğitim dışında. Anne sadece biraz daha güzelleşmiş serpilmiş olması dışında yine aynı Anne.

Ah sanırım hayallere kapılıp gerçekleşmediğinde derin bir kedere gömülme konusunda tamamen Anne gibiyim. Bu bir kitap da olsa...

Düzenleme: Şimdi öğrendiğime göre bu seri 8 kitaptan oluşuyormuş ve 3.kitabın çevirisine başlamışlar bile. Bu şekilde bitmesi çok can sıkıcıydı, o yüzden bu habere çook sevindim. O zaman Anne'in evliliğini, anneliğini vs de görebiliriz. :)

10 Ekim 2020

Yeşilin kızı Anne / Anne of Green Gables / Anne with an E

Dün ilk kitabı bitirdim. Bugün ikinci kitaba geçmeden önce yazısını yazmak istiyorum. 

Kitabın başları tamamen dizi ile paralel gidiyor. Hatta okurken dizideki o sahneleri gözümde canlandırmadan edemedim. Ama kitabın ortalarına doğru dizi ile yollar ayrılıyor biraz.

Tabi bir ana iskelet var, konu az çok net ama bazı yerlerde o iskelette bile kayma olmuş gibi. Baya farklı yerler vardı. 

Mesela dizide Gilbert'ın siyahi arkadaşı kitapta yoktu, kızılderililer yoktu falan. Bir sürü değişik şey.

Güzel miydi, güzeldi. Memnun kaldım. Kitabın farklı olması biraz hoşuma da gitti aslında. Kitap daha sıcak geldi. Ama dizideki olaylar biraz daha pozitif ilerliyor, o yüzden diziyi izlemek de baya keyifli.

Bir de Netflix dizisinde eşcinsellik de vardı ama kitapta öyle bir şey yoktu. Herhalde netflixin dizilerine attığı bir imza bu eşcinsellik konusu. Dizide de rahatsız edecek derecede değildi, çok azdı yani sırf bunu da atlamayalım demek için koyulmuş gibiydi ama kitapta hiç onunla alakalı en ufak bir şey bile yoktu.

Netflixteki 3 sezonunu da bitirmiştim. 3 sezon boyunca 1. kitap işlenmiş diyebilirim. Sonu benzer şekilde bitti ana karakter için, hemen hemen yani. 

Dizinin devamının çekilmemiş olmasına çok üzülüyordum ama iyi ki çekilmemiş de ikinci kitabı gözümün önüne diziden flashbackler gelmeden ve karşılaştırma yapmadan okuyabileceğim.

09 Ekim 2020

Market alışverişim geldi

Siparişim gelince yazacağımı söylemiştim ve yazıyorum. 

Teslim saati 16:00-17:00 arasıydı, 15:42'de bildirim geldi yola çıktı diye. Bende hazırlandım bekledim ama sanırım yola çıkıp herkesi geze geze geliyor çünkü 1 saat bekledim. Saat 16:50 gibi geldi. Bir daha sipariş verirsem bildirimi görür görmez camda beklemeye başlamayacağım...

4 poşet yapmışlardı, biliyordum zaten sepette poşetlere de 0,25 kuruş kesmişlerdi çünkü. Çok güzel poşetlenmiş, temizlik malzemeleri bir yerde, hazır gıdalar bir yerde falan. Son kullanım tarihlerine de baya vardı. Sadece atıştırmalık hindistan cevizi parçaları almıştım ondaki parçaların iç kısmı ekşimsi kokuyordu ama zamanı geçmemiş, 3 gün önce paketlenmiş 4 gün sonra da son kullanma tarihi bitiyor. Galiba sıcak yerde falan kaldı bilemiyorum. Yenemicek gibi değil ama bir ekşimsilik de yok değil. Belki de normal halidir, ilk defa alıyorum böyle. Genelde tam haliyle alıp biz parçalardık çünkü. Gerçi tam haliyle aldıklarımızda da orta kısmı bozulmaya başlamış olabiliyordu.

Onun dışında hepsi güzeldi. Elma sirkesi almıştım, cam şişedeymiş o ekstra hoşuma gitti. 

Teslimat yapıldıktan sonra uygulamada anasayfaya değerlendirme linki geldi. Daha sonra da bahşiş verme sayfası açıldı, bahşiş vermek istersek kredi kartımızdan çekilip getiren kişini hesabına aktarılıyor. 

İkinci sipariş için 20 tl kuponu göremedim. Henüz gelmedi belki de, eğer gelirse bu yazıyı güncellerim. 

Sanal marketlerden alışveriş yapmak

İki gündür markete gitmem lazım ama gidemiyorum. Üşeniyorum. Alacak bir sürü şey var, gitsem bir sürü poşetle çıkıcam eve kadar nasıl taşıycam, eve gelip tekrar gitsem iki tur yapsam o da çok yorucu. Böyle kara kara düşünürken sanal marketlere bakayım dedim. 

Telefonumda "Getir" ve "Banabi" var ama en popüler ve uygun fiyatlısı hangisi diye internetten topluca bi araştırdım. İstegelsin motorunu bir kere işyerinin önünde görmüştüm, yeni galiba diye güvenmemiştim. İnternetten okuduğum analiz yazısına göre en uygun fiyatlısı buymuş. Ben de hemen indirdim uygulamayı ve not defterime yazdığım alışveriş listemi tamamladım. (Getir ve Banabi ile arada fiyat kıyaslaması da yaptım ve burası daha uygundu). Alışverişi tamamlayıp ödemeyi de yaptıktan sonra anasayfaya döndüğümde "Hopililere 30 tl indirim" kampanyasını gördüm. İlk alışverişte, 175 TL ve üzeri siparişte 30 TL indirim kuponu veriyormuş. Hemen siparişi iptal ettim, Hopi'yi indirdim. İstegelsin kodunu aldım, tekrar siparişi yenilerken kodu da yazdım kutucuğa ve 30 tl indirimli ödeme yaparak bitirdim işlemi.

Sabahın 10'unda verdim siparişi. Teslim zamanı olarak 16:00-17:00 arasını seçebildim çünkü önceki saatler doluymuş. Az önce baktığımda 16:00-17:00'nin de dolmuş olduğunu gördüm. Daha saat 12 olmadı. Çok geç vermemek gerekiyor galiba.

Eğer kullanacaksanız mutlaka hopi kodu ile kullanın. Ama son kullanım tarihi 31 Ekim 2020'ymiş, aklınızda olsun.

İlk siparişim teslim edildiğinde telefonuma sadece 2.siparişte kullanılabilen 20TL indirim kodu gönderilecekmiş.

Şu anlık işleyiş güzel gibi ama bakalım elime zamanında ulaşacak mı, ürünler sağlam mı, son kullanma tarihleri iyi mi vs onları da yazarım.

08 Ekim 2020

İstanbul için dolu uyarısı

Bugün ve yarın için bir kaç ilde dolu ve hortum uyarısı yapılmış. Hiç tv, haber izlemediğim ve netten de haber sitesi vs takip etmediğim için haberim yoktu. Bugün annem söyledi. Hava da baya kapalıydı, akşama doğru baya bastırdı yağmur. Büyük büyük yağdı. Baya şimşek çaktı, yağdı falan ama doluya çevirmeden bitti. Geçen hafta mı neydi bir gün yine böyle büyük yağmur yağıp doluya çevirmişti ama o malum tarihteki kadar büyük dolu yağmamıştı.

Bugün camdan baktım, evin önünde sadece 1 araba var, normalde park edilecek yer bulunmaz. O araba da halılar kilimler bağlamış üstüne. Babam işyerinde otoparkta yer bulamamış herkes oraya götürmüş arabayı. Ortaya bırakmış yer bulamayanlar, çıkmaları gerekirse anons edip çağırıyorlarmış.

Trafik de yoktu dışarda bugün. Normalde yağmurlu hava en temel trafik sebebidir, kilitlenir her yer. Ama dışarıdaki araba sayısı baya azdı. 

Eğer ki 27 Temmuz 2017'deki dolu felaketini yaşamamış olsaydık, sonraki günlerde trafikte Tofaş'ından Porsche'sine kaportası patates tarlasına dönmüş arabaları görmemiş olsaydık bu kadar korkmazdık tabi. O gün bizimkiler İstanbul'da değildi, bizim çatı bile parçalanmıştı. Babam bir ton masraf ile o çatıyı yeniden yaptırmak zorunda kaldı. Telefonda anlattığımda inanamamıştı.

O dolu yağmamış olsa kimse araba göçertecek bir şey yağmasını beklemezdi. Bir dolu ne kadar büyük olabilir ki derdi herkes. Şimdi dolu diyince halılar seriliyor hemen arabalara... Hayat neler öğretiyor.

Online eğitim

Annemler birkaç günlüğüne şehir dışına çıkacaktı. Beni de kardeşimin yanında durayım diye eve çağırdılar. Onlar yokken orada kaldım. Kardeşim lise öğrencisi. 

Onunlayken durumun vehametini fark ettim. Bu çocuklar ekran karşısında çürüyor...

Sabah 11de başlıyor dersler, 3te öğle arası yarım saat, sonra akşam 6ya kadar devam ediyor yine. Çocuk sabah kalkıyor, kahvaltı yapıp pc başına geçiyor. Dersler arası 10 dakika ara oluyor ama kalkıp evde biraz yürüse biraz yanımıza otursa bitiveriyor o süre. Çoğu zaman kalkmamayı, arkadaşlarıyla online oyun oynamayı tercih ediyor. Hak veriyorum. Okulda olsa tenefüslerde birlikte oynayacaklardı...

Üzüldüm bu durumunlarına. Resmen esaret. Yoklama alınıyor, hoca soru soruyor diye başından da kalkamıyorlar... Akşam 6ya kadar kafa kalmıyor zaten 6dan sonra da ne yapacak.

Okulda olsaydı en azından sıra arkadaşıyla, yakındaki arkadaşlarıyla arada göz kontağı kurup mimiklerle anlaşmak bile bir şeydir. Bu kadar sanallıktan iyidir. Teneffüslerde merdivenlerden inip bahçede koşturmak, enerji atmak varken burada ara verilince de arkadaşla online görüşebiliyorlar sadece.

Bir gün iki gün değil haftanın beş günü böyle.

Bilgisayar başında zaman geçirmeyi ben de severim ama bu iş mecburiyet olunca hiç sevmem. Bir zamanlar online bir işim vardı, nefret ediyordum. Bir kaç ay anca durabildim zaten istifa etmiştim...

İlk defa kardeşimin ağzından "okulu özledim" lafını duydum.

Keşke bir an önce eskiye dönebilsek ya...

Kitap alışverişim


BKM kitaptan sipariş verip iki hafta siparişin hazırlanmasını bekleyip, sonunda "ellerinde yok demek ki" diyerek iptal ettiğim kitapları bu sefer İdefix'ten sipariş ettim ve 3 iş gününde geldi.

İstediğim kitaplara ulaşmış olmamın sevincini paketlemedeki özensizlik biraz gölgelese de çok uzun sürmedi. 

Plak kutusuna koymuşlardı, kitaplar hiçbir şekilde korunmamıştı, poşete vs sarılmamıştı. Bir tanesi lekelenmişti ama neyseki kolonyayla temizleyince çıktı. Bez kitaplarda özenin daha fazla olması gerektiğini düşünüyorum, biraz şaşırdım bu duruma. Ben yanına ek olarak bir ufak hediye ayraç falan bekliyordum ama kitapların sağlam gelmesine de şükretmek gerek.

Netflix'teki Anne with an E hayranlığımı anlatmıştım. Üstteki iki kitap o dizinin kitapları. Birinci kitaba hemen başlayıp 170 sayfa okudum bile. Kitaplar gelene kadar beni idare etsin diye okumaya çalıştığım "senden önce ben" kitabını ise öksüz gibi kenarda bıraktım. Bu kitap çok sevilmemiş miydi? Neden akmadı anlamadım. Kitaplar gelene kadar bitiririm sanıyordum ama çok içine giremedim kitabın. Belki de ikinci yarısında daha iyi olan kitaplardandır bilemiyorum... Şimdilik beklemede.

Şimdi de kardeşim Gülseren Budayıcıoğlu'nun kitaplarını alalım diyor. Diziler sayesinde hep çok satanlarda zaten kitapları. Belki alırız, bakalım.

Ha bu arada Jane Eyre'i de Anne'nin favori kitabı olduğu için aldım. "Demek ki bu konuyla çok benziyor, o zaman kesin onu da severim" diyerek. Canım Anne yaa, çok seviyorum. 

04 Ekim 2020

İstanbul'un göbeğinde 6.katta Evde akrep çıktı

Ayyh hala elim ayağım titriyor. Gözüm kararıp duruyor bayılcam neredeyse.

Evde masamda oturmuş sakin sakin video izliyordum. Ufak bir sinek gözümün önünde uçmaya başladı. Üflüyorum gitmiyor, elimi sallıyorum yok. Sonra gitti gibi oldu, kolum kaşındı, sinek mi ısırdı acaba bu sinekler ısırır mı ki diye şöyle bir soluma dönüp koluma bakmamla tam bakış hizamda duran duvar dibindeki akrebi fark etmem bir oldu. Dondum kaldım. Şok geçirdim resmen. Ne yapacağımı bilemedim. Hemen fotoğrafını çekip annemlere atmayı düşündüm, gelsinler diye. Fotoğraf çekecekken hareket etmeye başladı. Diğer köşeye kadar yürüdü. Ben de video çekip attım. 

Yürürken kıskaçlarını açıp kapatıyor, balıklama yüzüyormuş gibi gidiyordu. Çok değişik hayvan. Hızlı gidiyormuş, ben daha yavaş hareket eder sanıyordum. Çok aşırı hızlı değil ama pıtı pıtı pıtı dümdüz ilerledi baya. Napcam napcam derken babam yetişti neyse ki. O gelmeden bir eşyanın altına saklanır bulamayız diye korktum ama öyle olmadı şükür. 

Normalde hayvanların her türlüsünü öldürmemeye çalışırım ama bunu da alıp dışarı atamazdık, başkasının balkonuna düşse evine girse napcaz. Öldürdük mecbur.

Off nasıl uyuycam bu gece ya. İnşallah başka yoktur dicem ama annesi de vardır eşi de vardır diyorlar internette, bir tane çıktıysa yalnız değildir diyorlar falan... yazın başında evin kuytu bir yerinde daha ufağını ölmüş halde bulmuştum. Biraz artmış olabilirler diye korkuyorum. Bu da çok büyük değildi, çok küçük de değildi ama daha büyük oluyormuş yetişkin akrepler. Avuç içimin yarısı kadardı. 

Ne yapabilirim uzaklaştırmak için bilen var mı?

Bilgisayardan gelen çıtırtıya bile irkiliyorum. Her yerim kaşınıyor, başıma ağrı girdi. Bir akrep ne hale soktu akşamımı ya :S

Anlık

Çıkmadan önce ana sayfama baktım da, 90 yayın paylaşmışım. 

Bununla birlikte 91 oldu :) Ama ziyaret sayısı çok düşük, bayadır buralara uğramıyordum onun etkisi büyük ama hala daha yeni sayılır olmam da etkili tabi. Daha fazla zaman geçirdikçe sayı artacaktır...

Yorum sayısı da 500'ü geçmiş, ama ben her yoruma cevap verdiğim için bunun yarısını almak lazım tabi. O zaman bile her yazıya birden fazla yorum düşüyor. İyi gidiyorum sanki ya, fena değil.

Ayrıca takipçi sayısı 33. 33 sayısı çok özel bir sayıdır. Mitolojide, astrolojide, felsefede, dinde, her yerde özel bir anlamı çıkıyor illa ki. 

Agresyon


Asla susmayan whatsapp gruplarımdan çıt çıkmamasından da belli ki herkes kendi haline düşmüş durumda. İki gündür "acaba internetimde mi sorun var, mesajlar bana düşmüyor olabilir mi" diye kontrol etme ihtiyacı duymaya başladım.

Benim de çok bir şey yazasım yok yani bende de aynı durum var aslında. Sanki böyle ağzımı açsam kıyamet koparmış gibi bir his. Cümlelerin sonu nereye çıkar hiç kestiremiyorum. Risk almamak daha iyi geliyor. Her şey bozulmaya bahane arıyor gibi zaten.

Mesela iki gündür kardeşime eski hislerim tekrar ortaya çıkmaya başladı. Kıskançlık, sevmemek, tahammül edememe, varlığının batması gibi...Ne yapsa yanlış anlıyorum, farklı bir mesaj veriyor sanıyorum. Dilimi tutuyorum ama içim içimi yiyor. Uzak kalmak tek çözüm oluyor ben de mümkün olduğunca uzak kalıyorum.

Bazen kardeşlerimin beni kullandığını sanıyorum. Küçüğü daha değil de, büyüğü duygusal olarak sömürüyor beni bazen. Bir şeye kafası bozuluyor mesela bana anlatıyor anlatıyor, sakinleştirmeye çalışıyorum ama olmuyor hala şikayet etmeye devam ediyor. Ya da kabul ediyor dediklerimi ve susuyor, sonra başka bir şey için tekrar mızmızlanmaya başlıyor... Mesela geçen gün bir yere gitmesi gerekiyordu ama hiç gitmek istemiyordu, ben de istemiyorsa kendisini zorlamamasını zaten corona varken gitmese daha iyi olacağını söyledim hak verdi. Sonra arkadaşı gitmeleri gerektiğini bir sebeple söylemiş, o sebep geçerli bir sebep, gitmeleri gerek evet. O yüzden plan değişti çıktı evden. Duraktan mesajlar atıyor bana otobüs gelmiyor napıcam of geç kalıcam şimdiye orda olmam lazımdı falan. Arkadaşların neden gitmeniz gerektiğini geç açıkladı bu onların sorunu, bekleyecekler diyorum. Arkadaşları arayıp konuşunca onlara her şeyde olur diyor sonra bana dönüp napıcam şimdi diyor. Mesela arkadaşları biz geçiyoruz demiş, o da tamam siz bilirsiniz demiş, sonra bana hiçbir anlamı kalmadı gitmemin diye sızlanmaya başladı. Eve geri mi gelsem falan diyor. Ya o zaman arkadaşlarına hayır beni bekleyin desene. Arkadaşlık ne için var? Birbirinize nazınız geçecek tabi. Bana geç açıklama yaptınız bekleyin diyeceksin, madem bir süpriz yapacağız hep beraber çıktık bu yola birlikte gideceğiz diyeceksin. O bana hayıflandıkça ben evde deli oldum. Neredeyse arkadaşlarını arayıp nasıl arkadaşsınız beklesenize kızı diye fırça çekecektim yani.

Neyse sonra bir şekilde gidilecek yere vardı, herkes gelmiş ben sonradan geldim çok saçma oldu falan diye yazdı bu sefer. Bir kaç saat ses çıkmadı çünkü yazacak bir sızlanma konusu yoktu muhtemelen ve saatler sonra mesaj attı otobüs durağındayım hiçbir otobüs gelmiyor of napıcam ya neden bugün böyle falan yine bir sürü sızlanma... Artık sadece "hmm hadi ya tüh" dedim uzatmadım. "neyse birisi aldı bindim" diye yazdı bu sefer. Bir şey yazmadım. Gerçekten enerjim tükendi çünkü. Sonra eve gelmiş haberim yok (ben ayrı dairedeyim). Babam çağırdı gelsene bir şey vereceğim diye, bir gittim evde oturuyor. O an kendimi kullanılmış hissettim. "her şeyi yazıyordun da eve geldiğini haber veremedin mi" dedim. Yeni geldim daha yeni oturdum falan dedi ama yani üstünü başını değiştirmiş bir haber vermek zor değil. Bekledim belki "kusura bakma seni de çok sıkıştırdım" der diye ama hiç oralı olmadı. Ben de "gün boyu stresten çatladım mesajların yüzünden" dedim. Ağlamaya başladı. O kadar çabuk ağlıyor ki bu huyuna da uyuz oluyorum. Özellikle de bir konuda haksızsa, kendini savunacak bir cümle bulamıyorsa kabul etmesi gerekiyorsa hemen ağlamaya ve bazen ağlamakla birlikte sesini yükseltmeye başlıyor.

Astroloji danışmanlığı aldığımda bana insanların dertlerini çok dinlememem gerektiğini söylemişti astrolog. Çünkü onlar sana içini dökerken senden gidiyor. Onlar zehrini boşaltıyor ama sen güçsüz kalıyorsun, modun düşüyor, enerjin düşüyor ne oldu bana diyorsun, demişti. Onları iyi hissettiricem diye kendi enerjimi akıtıyorum bana bir şey kalmıyor. Ya kulaklarımı tıkayıp uzaklaşmam lazım ya da içselleştirmemeyi öğrenmeliyim. 

En çok annem ve kardeşimde oluyor bu. Dert anlatmayı, bir de felaket gibi anlatmayı o kadar iyi beceriyorlar ki. Bir anda telaşlanıyorum napıcam nasıl sakinleştiricem oluyorum. Annem zaten ben bebekken de sürekli benle konuşurken dertlerini anlatırmış. Nasılsa bebek, anlamıyor diye düşündü herhalde. Konuşabilsem sus artık yeter derdim de, bilinçaltıma girmiştir hepsi kesin.

Neyse böyle işte, içimi dökesim geldi çok. 

Kendimi enerji vampirlerinden korumayı ne zaman tam olarak öğreneceğim acaba...

03 Ekim 2020

Kırmızı Oda dizisi


Binnur Kaya'nın ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu herkes biliyor. O yüzden bu dizide de rolünü çok konuşturacağını daha ilk dizi tanıtımlarını gördüğümde biliyordum ama diziyi bir kişiye yükleyecekler gerisi vasat olacak diye düşünüyordum. Öyle olmadı, her bir oyuncu ayrı başarılı. Hatta bence Binnur Kaya'dan daha başarılı. 

Dizilere karşı genel bir önyargım var sanırım. Çok fazla reklamı oynatıldı daha dizi başlamadan önce. Amma da abarttılar diye düşündüm hep. Bu kadar gözümüze soktuklarına göre alıcısı olmayacak diye korkuyorlar herhalde diye de düşündüm. Bu diziyi de Masumlar Apartmanı gibi inatla izlemedim önce. Sonra baktım herkes bundan bahsediyor, öve öve bitiremiyor, annem kardeşim izle diye baskı yapıyor, izledim ben de.

Binnur Kaya evet çok iyi bir oyuncu ama bir psikiyatrist rolüne göre fazla anaç oynuyor bence. Sarışın kıvırcık doktor daha psikiyatrist gibi mesela. Binnur Kaya'nın mimikleri, Meliha'ya gün arkadaşıymış gibi davranması çok olmamış sanki. Kitapta nasıl anlatılıyor bilmiyorum ama daha mesafeli durmalı bence.

"Beni de ağlatacaksın" diyor mesela, hastaya bu söylenir mi?

Ben mesela bir ayrılık travmasında psikiyariste gitmiştim, ben anlattıkça adamın gözleri doluyordu ama konuşurken sesinde en ufak bir titreme yoktu. Gözleri dolduğu gibi hemen normale dönüyordu, kendisini toparlamayı çok iyi beceriyordu. Ben gözlerinin dolduğunu fark edince içimden "bu kadar mı acınası haldeyim, doktorun bile gözlerini dolduracak kadar travmatik demek ki durumum" diye düşünmüştüm mesela. Bunu hastaya düşündürtmek ne kadar riskli bir durum, oradan çıkıp "doktor bile dayanamıyor ben nasıl dayanayım" diye hayattından vaz geçmeye kadar gidebilir yani. Ama hemen kendini toparlayınca ve konuşurkenki ses tonu çok ciddi, mesafeli çıkınca "bana öyle gelmiş olmalı" diye düşünüp biraz rahatlamıştım. İşte size en gerçek örnek benim. 

Dizinin tek tutmadığım yanı bu. 

Hastaların hikayeleri çok etkileyici. Herkes kendine pay çıkarabiliyor, farklı farklı vakalar geliyor. Buna sadece dizi deyip geçmek olmaz, baya ciddi bir proje bu. İnsanları düşündüren ve dönüştürebilecek bir proje. En önemlisi de psikoloğa/psikiyatriste gitmenin deli işi olmadığını, herkesin gidebileceğini gösteriyor. Konuşmak, fikir almak, destek almak çok olağan bir şey. Gidersem ne konuşacağım ki diyenler için de cesaret verebilir.

Masumlar Apartmanı dizisi

Televizyon dizileriyle hiç aram yoktur. Zaten neredeyse hiç televizyon izlemem, ayda yılda bir. Bazen denk gelir, açıkken ben de izlerken biri hoşuma gider bir iki bölüm takip ederim sonra sıkılır bırakırım. 

Bu diziyi çok duydum ama inatla başlamak istemedim. Neden bilmiyorum, itti beni sanki. Takıntılı karakter görmek istemedim belki de. Ama üst üste tavsiye edilince artık bir şans vermek istedim. 3 bölümü iki günde bitirdim. Baya iyiydi. Ezgi Mola rolünün hakkını çok güzel vermiş. Zaten o kadının bir alaturka havası var. Klasik Türk dizilerine çok yakışıyor.

İzledikçe herkeste ayrı bir takıntı göze çarpmaya başlıyor. Dizi baya ilginç.

Erkek kardeşlerinin adı neydi, he Han, tam böyle rüya gibi bir aşk tablosu seyrettiriyor ama çok tehlikeli geliyor bana. 

Eskiden benim de böyle bir sevgilim olmuştu. Öl desem ölecek gibiydi, bir yerden sonra kendi hayatımdan verdiğini fark ettim. Çok hastalıklı bir bağlanma şekli bu, ve kızın hoşuna gidiyor kopamıyor ama nasıl bir girdaba kapıldığının farkında değil bence.

Bana kendi hayatımı da hatırlattığı için özellikle bu ikilinin durumu ne olacak merak ediyorum. Ama %90 kötüye dönecek diye düşünüyorum. Yaşanmış bir hayat hikayesi olduğu için, umarım tahmin ettiğim gibi olmaz.

Gülseren Budayıcıoğlu ne kadar popüler oldu bu yıl. Kitabından uyarlanan ilk dizisi bunlar kadar tutmamıştı. Onu bugün açıp izledim biraz, yarısında kapattım yine. Sarmıyor bunlar kadar, sıkıyor. O dizi çok olmadı nedense(Doğduğun ev kaderindir). Ama hem kırmızı oda hem de masumlar apartmanı baya iyi gidiyor şu an.

Masumlar Apartmanı Salı günleri yayınlanıyormuş, benim de Salı akşamları hep dersim var. Gerçi Tv'den izlemeyi sevmiyorum. Yalnız izlemek daha güzel. Youtube'da hem reklam çıkmıyor (premium var) hem de istediğim gibi sarıyorum. Çok müzikli boş sahneleri hızlı geçiyorum ya da karakter repliğini ağzında yuvarlayıp söylediyse ne dedi diye geri alıp tekrar dinliyorum falan :D

İşten çıkarılma



Galiba tekrar işe alınmayacağız. İşyerinde böyle bir söylenti varmış. İşyerinde iyi olan hiçbir söylenti gerçekleşmez ama kötü olanlar hızla gerçekleşir böyle bir şey var. Zam yapılacakmış denir yapılmaz ya da kuş kadar, şaka gibi bir şey yapılır. Ama mesela izinler iptal olacakmış denir mesai bitimine kalmadan resmi yazısı gelir gibi...
Bana da zaten bir daha dönemezmişim gibi geliyor işe. 6 ay oldu.
Herhalde bu kısa ödenek zamanında işten çıkarmazlar diye umuyorum. Yani bilemiyorum çıkardıkları da olmuş gerçi ama ne diyerek çıkardılar bilmiyorum. İşten çıkarırlarsa tazminat öderler diyeceğim ama çıkarılanların tazminatlarını almak için hendekten deve atlatmaya çalıştıklarını da biliyorum. Allah sonumuzu hayretsin. 

Ekim


Nasılsınız? Baş ağrılarınız nasıl? Dilinizi tutma konusunda çok zorlanıyor musunuz? Ben de. Benim de başım çatlıyor. Tahammül etmekte zorlanıyorum ben de.

Dolunay sertti bu ay. Çok etkiledi. Kendimi tutmasam kavga çıkaracağım yani. Susup sakinleştirmeye çalışıyorum kendimi sürekli. Uzun zamandır bu kadar gergin hissetmemiştim. Ama her şey gibi bu da geçecek tabi.

Kitap okuma durumlarınız nasıl? Ben hala okuyamıyorum. Çok severek izlediğimi söylediğim "Anne with an E"nin kitabını sipariş ettim. Kitabın adı Yeşilin Kızı Anne, iki cilt. Kitap iki haftadır temin ediliyor aşamasında. Ellerinde yok sanırım. Ben de inatla bekledim çünkü diğer sitelerde ellerinde yok diye satışı kapatmışlardı, buraya güvenip alayım dedim ellerinde var sanıp, olmadı. İptal edeceğim sanırım Trendyoldan alırım belki, ama orda da 10 lira kargo koyuyorlar, sinir oluyorum. Bir de ya yine aynı şey olursa, ellerinde yoksa ama var gösteriyorlarsa...