31 Ağustos 2020

Zengo filmi


Bir süredir Netflix’te gözümüze sokulan yeni yapım Zengo’yu inatla izlemiyordum. Beni açmayacağını düşünüyordum çünkü. Sonra instagramda bir arkadaş hikayesinde paylaştı, biz filme gidemedik ama o bize geldi diye heyecanla yazmış. Bi izleyeyim dedim merak ettim.
Biri bana iki saatimi geri verebilir mi :,)
Emek var tabi hepsinin emeğine sağlık ama ben beğenmedim. Belki sosyal medyada takip ettiğim biri olmadığı için de olabilir bu. Zengo’nun akıllara yerleşmiş karakterinin üstüne filmini izlemek başka oluyordur belki. Yasemin Sakallıoğlu’nu kötü bilmem, severim ama tiplemeleri bana göre değil sanırım. Evli arkadaşlarım daha çok paylaşıyor, bekarlıkla alakalı bir şey belki de benimki bilmiyorum. Birkaç kere takibe başladım ama sonra vazgeçip takipten çıktım. Benim beğenmemem kötü olduğu anlamına gelmiyor tabi, sadece bana göre olmadığı anlamına geliyor.
Sadece Danışman ile olan iki sahne güzeldi. Biri tabi ki astroloji ile ilgili olan kısımdı. Danışmanlığa kabul etmeden önce doğum haritalarına bakıp birlikte çalışmaya uygun olup olmadıklarına baktı. Sonra saçmaladı tabi ama işin içine astroloji girmesi güzeldi. Diğer sahne ise, bu devirde hocaya gitmek mi kaldı deyip laptoptan online hoca bulmasıydı :)) Filmden bana kalan bu iki sahne oldu sadece. Ama genel olarak beğenemedim.

Biraz evlerden bahsetmek istiyorum


Astroloji hakkında bilgilerimi pekiştirmek adına biraz buraya da yazmak istiyorum. Bir yandan da yanlış yönlendirmekten çekindiğim için iyice öğrendiğimden emin olmadan yazmak istemiyorum aslında ama yavaş yavaş konu aralarına serpiştirerek bir şeyler paylaşabilirim.
Bu sefer astroloji için ayrı bir yazı olsun istedim. Evleri zihnimde netleştirmeye çalışırken buraya da yazarak destekleyeyim bakalım.

Yukarıya ekran görüntüsünü koyduğum görsel, 2 Eylül 2020 saat 08:00da yaşanacak olan dolunayın göksel haritası. Pasta dilimleri gibi ayrılmış kanatlar ise evler. İçindeki karışık çizgiler açılar. Evlerin içindeki semboller de gezegenler.
Sol alt çeyreğin 3te biri ile başlıyor evler. Zaten 1,2,3 diye yazıyor dikkat ederseniz. 12 tane ev var. Her birinin ayrı konusu var.

1. Ev: Kimliğimiz, dışarıdan nasıl göründüğümüz, ego, kişinin kendisi, kendini nasıl gerçekleştirdiği.
2. Ev: Para evi, sahip olduğun kaynaklar, miras, kendi kazandığın para.
3. Ev: Kardeşler, kuzenler, komşularla alakalı olan ev ve ayrıca iletişim evi.
4. Ev: Atalarımız, kökler, ev.
5. Ev: İlişkiler, aşk, flört, çocuklar.
6. Ev: Sağlık, hizmet, hastalıklar.
7. Ev: Ortaklar, evlilik, anlaşmalar.
8. Ev: Cinsellik, başkalarından gelen para (mesela eşinin parası), bitişler, ölüm.
9. Ev: Uzak yerler, yurtdışı, eğitim, din, felsefe, uzak akrabalar, eşinin ailesi.
10. Ev: Kariyer, statü, meslek, şöhret.
11. Ev: Sosyal hayat, arkadaşlar, dileklerin gerçekleşmesi.
12. Ev: Bilinçaltı, rüyalar, sezgiler, kapalı alanlar, hapishane, hastane.

Eklediğim resimde lokasyonu yaşadığım yer olan İstanbul olarak seçtim. Yani İstanbul’da bu dolunay 6.evde gerçekleşecek(Ay 6. Evde çünkü). 6.ev neydi, hastalık, hizmet, sağlık ağırlıklı konular... Yani o gün sağlık ve hizmet alanı ile ilgi bazı haberler çıkabilir diyebiliriz buna.

Türkiye’nin haritasına göre bakarsak dolunay Türkiye’nin 9.evinde gerçekleşecek.
Hatta onun görüntüsünü de ekleyeyim:

İç taraftaki harita Türkiye’nin haritası, dış tarafındaki ise dolunay zamanında gezegenlerin bulundukları konumları gösteriyor.
9. Ev konuları eğitim, uzak yerler idi. O zaman Türkiye geneli olarak da, eğitim konularında bir şeyler gündem olabilir diyebiliriz...

Çok da fazla yorum yapamıyorum. Bilmeden yorumlamaya çalışırsam yanlış yönlendirmiş olabilirim o yüzden böyle kısacık bir yorum ile bitiriyorum.

Kendi doğum haritanızı çıkararak evlerinizin hangi burçlarda ve hangi gezegenler ile olduğunu görebilirsiniz.

30 Ağustos 2020

Bir sonraki hayatımda gel

Bugün yine rutin günlük 8 dakikalık dansımı eda ediyordum 😝 sonra bu şarkı çaldı. Baya reenkarnasyondan bahsediyor. Sevdiği kadının hayatında başkası var, kısmet bugüne değilmiş diyor bir sonraki hayatımda gel diyor 😄
Ben de astroloji ile birlikte ilmin göbeğinde yüzdükçe reenkarnasyonu baya olası görmeye başladım. O yüzden de şarkı hemen radarlarımı açtı.
Bir sonraki hayat eğer gerçekten varsa, inandığım şekil şöyle ki günahlarımızdan arınana kadar tekrar farklı kişiler olarak dünya imtihanına giriyoruz. Eğer bu gerçekten varsa bile şarkıda bir sonraki hayatımda gel demesi çok da işe yarar bir şey değil çünkü o kadını bir sonraki hayatında hatırlamayacaksın. Gerçi “keşke o benim babam olsaydı” gibi bir söylem bir sonraki hayatta gerçek olabiliyormuş o yüzden ne dilediğimize dikkat etmeliymişiz. Ama o kişi de enkarne olmuş olacak, yine aynı kişi olmayacak ki. Hala biraz kafamı karıştırıyor ama oturtacağım.
Albert Einstein “Enerji asla yok olmaz, sadece başka bir şekle dönüşür” demiş. Yani enerjinin yok olması gibi bir şey mümkün değil. Şu gördüğümüz, yaşadığımız, tanıdığımız hiçbir şey sonsuza kadar yok olmayacak. Sadece yer değiştirebilir, şekil değiştirebilir o kadar. Ama hafızasının bir yerlerinde hep tüm yaşanmışlıklar var olacak.

Kaynağımız Allah, Yaratıcı, Tanrı, Kutsal ruh kim ne derse aynı kapıya çıkıyor. Hem sonsuzluk kadar büyük hem de şah damarı kadar yakın. Yani enerji. Her yerde.

Bedenimizin içi de galaksiler kadar karmaşık, kalabalık, yoğun, gizemli... Hayatta her yer iç içe evrenlerle dolu gibi...

Öldüğümüzde ruh ne oluyor? Kaynağa gidiyor, üzerindeki lekelerin tamamen temizlenmesi için berzah aleminde bir süre bekletilip tekrar dünyaya gönderiliyor.
Ailelerimizi de biz seçiyoruz. Çünkü bizi neyin temizleyeceğini, ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Bir nevi imtihanımızı seçiyoruz gibi. Allah’a söz veriyoruz ve geliyoruz... Ama insan unutan bir varlık olduğu için unutuyoruz hep bunları.

Bebeklerin ilk aylarda konuşmasının engellenmesi, kendini ifade edememesi de belki önceki hayatını yeni hayatına taşımaması için alınmış bir önlemdir. Allah istese insanın da doğumunu hayvanlardaki gibi tam tamamlanmış şekilde yapardı. Hiç bir inek buzağısına mö’lemeyi öğretmiyor mesela. Ama insan yavruları tam olarak gelişimleri tamamlanmış şekilde doğmuyorlar, doğduktan sonra da gelişmeye devam ediyorlar. Belki bebek konuşsa önceki hayatındaki eşini, çocuklarını, neler yaşadığını anlatacak :))) ayyy anne için ne garip bir an olur. Keşke böyle bir film yapsalar.  :)

Özellikle Hatay tarafında çocuklar küçükken konuşturulurmuş önceki hayatı hakkında bilgi almak için... O taraflarda zaten astrolojik olarak da böyle bir etki var, daha çok hatırlıyorlar mesela, bu tür şeyler daha aktif.

Varoluşumuzun nedeni ne? Tamam tekrar tekrar temizlenene kadar geliyoruz ama neden? Yani niye böyle bir sistem var? Neden başlamış? Nasıl başlamış? İşte bunlar bu aralar aklımı kurcalayan ama beni aşan sorular... Enerjinin kaynağı nasıl oluştu? Biraz da tehlikeli sorular olarak bildik bu soruları çocukluğumuzdan beri ama sormadan da olmuyor. Hani Allah nasıl oldu gibi sorular... Tüm bu enerji kaynağından ruhların kopup gelmeye başlamasından önce ne vardı? Ne oldu da böyle bir şey başladı? Hiçlik nasıl bir şeydi? Ya da hiçbir zaman başı olmadı mı bunun? Ama bu nasıl olabilir her şeyin bir başı ve sonu yok mudur? Küçük bir kara nokta mıydı her şey ve bir anda patladı mı? Bir gün tüm bu soruların cevabını öğreneceğimiz ve tüm yaşamlarımızı gözden geçirebileceğimiz bir zaman ya da yer olacak mı?

Cennette herkes bir arada olacak ve her şeyi öğreneceğiz diye bildik. Neydi, nedendi vs.. Ama önce kıyametin kopması gerek. O zaman her şey bir kıyametle başlamış olabilir. Ve tekrar kıyamet ile bitecek....

Ve herkes atomlarına ayrılıp tek bir yerde birleşecek. Bir daha ben olmayacağız, hepimizin her bir parçası bir arada tek bir Biz olacak. Hepimiz kaynağa döneceğiz. O yüzden sen, ben yok, biz varız... O yüzden Mevlana “Sen bensin, ben senim” demiştir belki...

Bu arada herkes tastamam temizlenecek diye bir şey yok maalesef. Bazı kötüler de sonsuza kadar kötü kalıyorlar... Onların bu SON durumda bir nevi uçaklardaki karakutular gibi birer kutuya kapatılıp o şekilde kalacağına inanılıyor... Sonuçta şeytan diye de bir gerçek var. Şeytanın meleğe dönüştüğü nerde görülmüş...

Bugün de beynimizi yaktık çok şükür 😅

29 Ağustos 2020

Dolunay etkileri başladı bile

Fark ettim de ben bu dolunay süreçlerinde dişlerimi çok sıkıyorum. Ama bilinçli yapmıyorum bunu. Mesela uykuda sıkıyorum, çalışırken sıkıyorum hiç fark etmiyorum başıma ağrı saplanana kadar. Bir türlü geçmeyen baş ağrım, bulanık zihnim kendimi takip etmemi sağlıyor ve dişimi sıkmam ile hayatımı daha da zorlaştırdığımı gösteriyor... İşin garibi, dişlerimi sıktığımı fark edip çenemi gevşettiğim anın bir kaç saniye sonrasında lastiği gerip yerine bırakmış gibi çenem tekrar gerim gerim gerilmeye başlıyor. Sürekli zihnimi oraya sabitleyip sıkmamam için kendimi gözaltında tutmam lazım gibi.
Boş yere sıkmıyorum tabi sebebi var, o da sebepsiz gerginlik :)
Her şeyin batması, hiçbir şey yapmak istememe, tahammülsüzlük...

Bu dolunay dikkatimi çeken bir başka şey de zihnimin çok çok bulanık olması. Bir şeylere odaklanmakta çok zorlanıyorum. Karar veremiyorum. Odaklanamıyorum. Belki dolunayın balık burcunda olmasıyla alakalı olabilir. Malum balık burcunun aklı biraz havada olabiliyor. Hayalperest, unutkan, platonik, miskin bir dolunay oluyor gibi.

Yaptığım hiçbir şey de tatmin etmiyor ayrıca. Yani o kadar kendimi zorlayıp bir şeyler yapıyorum o da etki etmiyor. Hiçbir şey yapmamış gibi hissediyorum hala. Mesela bugün mutfağımın bir duvarını boyadım. Baya uğraştım, açık renk hoşuma gitmedi renk değiştirdim fırçaları yıkadım vs... Sınav için de baya ders çalıştım. Ama sanki sabahtan beri miskin miskin yatıyormuşum gibi hissediyorum.

Bu hafta “Modern Family” dizisine başladım, şimdi onu izlemek için oturdum ama beynim arkadan “hiçbir şey yaptığın yok anca dizi izle zaten” diye rahatımı bozuyor.

Neyse. Derin nefes alıyoruz, veriyoruz, rahatlıyoruz... :)

Bir Bilgi ekleyip gideyim dolunay dolayısıyla. Belki gelişme çağında çocuğu olanlar okur. Dolunay günlerinde bol su içmek boy uzatıyormuş. Daha hızlı uzuyorlarmış yani. Bence sadece o gün değil, öncesindeki ve sonrasındaki bir kaç gün de içilsin. Ruh halimizi böyle erkenden etkiliyorsa boy uzatma işini de günlere yayarak etkiler diye düşünüyorum.

27 Ağustos 2020

Dingin Savaşçı

Bir kaç gün önce Deeptone ile bir konuşmamız esnasında kitap tavsiyeleri yapmamız ve benim tavsiye ettiği bir kitabı internetten araştırıp yorumları okurken denk geldiğim bir yorumda tavsiye edilmesi üzerine not aldığım bir filmdi. :)

Konusunu google'layınca tam bana göre bir film olduğunu anlamıştım. Gerçek bir hayat hikayesi, pes etmeyen bir ana kahraman.

Filmde bir olay yüzünden olimpiyatlara katılması engellenen jimnastik şampiyonunun hayattaki tek amacı olan şeyi kaybetmesi ile geçirdiği değişim ve yaşadıkları anlatılıyor.

Aynı isimli kitaptan uyarlanmış. Ayrıca kitabı da Dan Millman'ın kendisi yazmış.
Ben çok beğendim. Bir çok repliği kağıda basılıp çalışma masasına asmalık. Mesela aşağıya eklediğim konuşmayı ben yazıp kendi masama asmayı düşünüyorum.

+ Where are you? (Neredesin?)
-  Here. (Burada.)
+ What time is it? (Saat kaç?)
-  Now. (Şimdi.)
+ What are you? (Nesin sen?)
-  This moment. (Şu an.)

26 Ağustos 2020

Kahvaltı sevmiyorum

Kahvaltının mutlulukla ne gibi bir ilgisi olabilir hiçbir zaman anlamadım :)

Bugün kahvaltı yapmadım mesela. Uyandığım gibi temizliğe giriştim. Kahvaltı yapmadığımı bile unuttum. Saat 2'ye doğru işim bitti ve Türk kahvesi yapıp içtim. Ondan önce saksıları toplarken dalından koparıp ağzıma attığım başparmağım kadar minnak domates tanesini kahvaltı olarak sayabiliriz belki.
Uyanıp kendime gelmem o kadar uzun sürüyor ki, hiçbir şey yemek istemiyorum. Belki de kahvaltı düşüncesi uyanmamı engelliyor da olabilir. Kahvaltı edeceğimi düşünmezsem daha hızlı uyanıyorum sanki.
Uyanamam ya da yataktan çıkmam öğleni bulmuşsa da yine çıkarıp kahvaltı yemektense sadece bir şeyler atıştırmak daha cazip geliyor. Kurabiye, bisküvi, kek gibi şeyler... Ama onlar yoksa daha sağlıklı şeyler olabiliyor mesela geçen gün sadece bir tane incir yedim.

İşe gittiğim dönemlerde sırf biraz enerjim gelsin diye sadece tek bir poğaça yiyorum. Ya da bazen sandviç.

Ama bu durum kahvaltı için bir restorana cafeye vs gittiğimde değişebiliyor bazen. Dışarıda kahvaltı yemek güzel geliyor biraz daha, ve baya fazla yiyebiliyorum dışarıda kahvaltı yaptığımda.

Yalnız şu var ki dışarıda ne kadar çok yemiş olsam da çabuk acıkıyorum. Açıkbüfeye gidiyoruz mesela, bir sürü şey yiyorum ama çıktıktan yarım saat sonra midem kazınıyor.

Benim aslında genel olarak yemekle çok aram yok sırf biraz enerjim gelsin diye yiyenlerdenim. Ama enerjim yetersiz olduğu için hareketsizim ve bu yüzden aşırı zayıf da değilim. Bir şey yemek istemedikçe hareket edesim de gelmiyor. Değişik yani... Anlatmak da zor.

Mutfakta olmayı da çok sevmiyorum. Yemek yapmak falan... Değişik şeyler pek yapmam. Çok uğraştırıcı şeyler de yapmam. Pratik ve lezzetli ne varsa onları öğrenip hep onları yaparım. Omlet severim mesela, yemek yapasım yoksa hem kolay hem de tok tutuyor.
Sonra mesela zeytinyağlı fasulye de kolay. Koyuyorsun malzemeleri kapağı kapatıp pişmesini bekliyorsun, ufak ufak doğramaya da gerek yok. Makarna zaten en kolayı. At pişsin.
Böyle yazınca kahvaltı da aslında kolay, her şey hazır, dolaptan çıkar ye di mi? Ama hiç çekmiyor beni nedense. Bazen peynir domates ekmek üçlüsü çekici gelse de (sandviç yapıp yemelik), zeytinle hiç aram yok, yumurta ile uğraşmak istemiyorum, sucuk, sosis gibi şeyler ağır geliyor kahvaltı için yemesem daha iyi olurmuş gibi. Sonra içecek olarak da ne içeceğimi bilemiyorum. Çay çok sıcak, Süt midemi bulandırıyor, Portakal suyu olsa o fena olmaz ama onun da asiti midemi rahatsız edebilir gibi.

Aslında ben en iyisi sabahları portakal suyu içmeyi bir deneyeyim portakallar çıkınca, midemi rahatsız ederse bırakırım. Sanki iyi gelirmiş gibi, enerjimi yükseltir ve baya kahvaltı yerini tutar.

Ne çok yazdım, çok da karışık oldu ama...
Sizin kahvaltı ile aranız nasıl?

25 Ağustos 2020

Evlenmeyip hayat boyu kendini eğitmek mi? Evlenip hayatla eğitilmek mi?


Sürekli yeni şeyler öğrenmeye beynim kalmadı, artık sakin ve huzurlu günler hakkım değil mi... Neden bir bilgi sunulduğunda hayatında ilk defa uçan balon görmüş çocuk gibi heyecanla zıplıyor kalbim. Kaldıramıyorum artık bunu da öğrenmeyivereyim olmaz mı :)) Benim de hayatımın laneti bu galiba, asla bildiklerinle yetinememek hep yeni bir şey öğrenmeye çalışmak ama hiçbirini de tam manasıyla öğrenememek yarısında sıkılıp pes etmek... Sonra başka alanlara kalbinin kanatlarını çırpmak, tam onu da öğrenmeye başlamışken, çalışma rutinini oturtmuşken yine bu rutinden de sıkılıp yeni bir bilgi aramak... Tüm elini attığın bilgi alma uğraşlarını hiç edip ortada bırakmak...

Keman öğrenmek, kıyafet tasarlayıp dikmek, takı üretmek, çizim yapmak, yemek yapmak, senaryo yazmak vs vs... bir sürü eğitim. Bir de her sene kpssye mi girsem dgsye mi girsem neyse ikisine de girmeyeyim diyip sınav geçince niye girmedim ki keşke girseydim diye üzülmek.. Bu sene gireceğim neyseki birine ama sonuç için şimdiden pek umudum yok gibi...

Dün Kpss önlisans için başvuru yaptım. Bugün de şu işi biraz ciddiye almanın vakti geldi diyip bir deneme yaptım, iki saat boyunca aynı yerde oturmak hep bu kadar zor muydu? Bir paragrafı 5 kere okumak normal mi? Sınava ara verip biraz ağlayabiliyor muyuz? Ben fark ettim ki, eğitim hayatım boyunca beni motive eden en büyük şey bir gün bu eğitimlerin ve sınavların bitip tamamen para kazanma kısmına geçeceğim ve bunu da güzel bir evlilikle taçlandıracağım ardından da çocuk yapıp bir kaç sene ev hanımlığına ağırlık verip daha sonra kariyerime devam edeceğime dair hayallerimmiş...

Sınav boyunca benim şimdi evli barklı çocuklu olmam gerekiyordu nelerle uğraşıyorum hala düşüncesi yakama yapıştı gitti hep. Oysa ki normalde evliliğin e'sini bile düşünmüyordum artık, ama sınavda bu muhteşem seçeneği kullanmayıp kendime yazık etmişim gibi geldi. Sanki evlilikler kesinkes güneş, huzur, aşk, kalpler çiçeklerden ibaret olabilirlermiş gibi... Keşke öyle olsa.

24 Ağustos 2020

Bazen hayatıma bir Mehmet Şef dokunuşu gerekiyor

Dün Celal resmen dibe vurmuştu. Mehmet şef yanına gelince "Ben bir dahaki oyunda çekilmek istiyorum. Bunlar çok iyi ben yapamıyorum" dedi, Mehmet şef daha fazla tek kelime söylemesine bile izin vermeden dan dan dan konuştu, "yok öyle bir şey sonuna kadar mücadele edeceksin, illa gideceksen de en azından çarpışarak git, pes etmek yok dedi. Celal o konuşmadan sonra bambaşka biri oldu. Elinde malzemesi yok diye kara kara tezgaha bakan adam gitti miss gibi bir tabak çıkardı. Enerjisi yükseldi, özgüveni geldi. "ben yıllardır mutfaktayım günde 11 saat çalıştığımı bilirim ben onlardan iyiyim" demeye başladı. Resmen uyandı, kendine geldi, napıyorum ben ya dedi :)))

Çocukta yakışıklılık desen var, yetenek desen var, ama kaç oyundur o kadar demoralize oldu ki ne karizma kaldı ne başarı... İnsanın kendine güvenmesi ile güvenmemesi, hayatının gidişatında ne kadar fark yaratıyor gördük biz de. Kendisine o kadar güvenmiyordu ki, dış görünüşü bile gözüme batmaya başlamıştı yani. O kadar sönük, beceriksiz, bi işe yaramaz profili çiziyordu ki... Ama son iki oyunda bir anda parladı, onu izlemek de keyifli olmaya başladı. Tabakları sanat eseri gibi oldu.

Bir de dün Sedat gitti, yerine Sefa gelecekmiş. Elenmiş kişilerin tekrar gelmesi ilginç. O zaman neden elendiler ki. :)

23 Ağustos 2020

Masterchef izleyenler?


Ayyy dün ne heyecanlı gerilimli bir bölümdü. Duygu ne fena bir kısmış anında tak tak tak sildi herkesi. Böyle çok yalnız kalır valla. Sedatcığa ne sert konuştu öyle kıyamam ya çok ponçik Sedat. Tam yakın arkadaş olmalık. İçi dışı bir.
Ayyüce de sinsi aslında ama çok değişken. Kim çekse ona gidiyor. Konuşulanlara göre kafası karışıyor fikri değişiyor, hiç dediğinin sonuna gittiğini görmedim. Furkanın adını yazması baya haksızlıktı, Furkan güzel konuştu, Ayyüce ne diyeceğini bilemedi ve bence kötü hissetti. Sonra da bu durumu bir nebze düzeltebilmek ya da teraziyi dengelemek düşüncesiyle, ve tbi ki Serhat etkisiyle Duyguyu potaya gönderdi. Serhat'ın doğum haritasını çok merak ediyorum, herkesi etkisi altına almış gibi. O ne dese doğru ve haklı görüyorlar. Gerçekten de adaletli ama. Ve net biri.
Ayyüceye takımda zaten pastacı vardı sen Duyguyu duygusal düşünerek aldın gerek yoktu ben sana demiştim gibi bir şeyler söyledi. Dobra, net konuşuyor valla merkürü hangi burçta merak ediyorum, doğum tarihini bilen var mı serhatın? :)) Kova gibime geliyor ama bilmiyorum.
Siz izliyor musunuz masterchefi? Sizce kim gidecek? Bence ya duygu ya da eray gitsin. :)

21 Ağustos 2020

O gemi geldi


Şu an Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklama yapıyor. Fatih Sondaj gemisi Karadeniz'de Tuna-1 kuyusunda 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi buldu! Gerçekten heyecanlandım ve umut doldum. İnşallah artık güzel günler yakındır.

Tüm yaşadıklarımız aslında çoktan yaşanmış gibi ama değil gibi de

Astrolojide Horary diye bir alan var. Aklınıza bir soru düştüğü zaman, tam o anın haritasını çıkararak gezegen konumlarına göre cevap alıyorsunuz.

Mesela bir eşyanız kayboldu, aradınız bulamadınız. Gökyüzüne sorup yerini bulabiliyorsunuz. Çok ilginç değil mi? Facebook'ta bununla ilgili gruplar var, birine ben de üyeyim ve bir kaç soru sorup gerçekten doğru cevaplar aldım. Çok ilgimi çekti ve öğrenmeye çalışıyorum.

O an artık gezegenlerin konumu mu, açısı mı, her neyse bir şeyler gökyüzünden sizin kimyanızı, ruhunuzu etkiliyor. Bir anda o soruya yoğunlaşmış buluyorsunuz kendinizi. Sanki evren size bir cevabım var sinyali gönderiyor ve siz o soruya yoğunlaşmış oluyorsunuz gibi...

Hani Hz. Osman'ın bir sözü vardır ya "Allah vermeyeceği şeyin hayalini kurdurmaz" diye. Bence bunu Allah cevabını vermeyeceği şeyin hayalini kurdurmaz olarak düşünebiliriz. Çünkü her istediğimiz olsa imtihan dünyasında olmazdık cennette olurduk. Her istediğimiz olmuyor ama aklımıza düşen her düşüncenin, her sorunun bir cevabı bulunabiliyor.

Horary Astrolojide her tür soru sorulabiliyor. Ne zaman iş bulacağım, ne zaman evleneceğim, cüzdanım nerede, sevgilimle barışacak mıyız, bu sene atanacak mıyım gibi... Ama bazı sorularda gökyüzü o an net cevap veremeyebiliyor. Ay boşlukta oluyor mesela, bu soru cevaplanamaz deniliyor. Bunun anlamı cevabı kendin bulmalısın gibi... Nedeni de genelde şu oluyor, bazı kişiler tam o anda akıllarına gelen soruyu sormuyorlar da "aa horary diye bir şey varmış acaba ne sorsam" diye düşünüp ortaya bir soru çıkartmaya çalışıyorlar. Böyle olunca da horary düzgün çalışmayabiliyor, ya yanlış cevap veriyor ya da ay boşlukta ya da ASC çizgisi son derecelerde falan oluyor.
Asc çizgisi yükselenimizin olduğu yerdir. Anın haritasında bu çizgi son derecelerdeyse bu kişi muhtemelen sorduğu sorunun cevabını biliyor ama astroloğu deniyordur. Yani ne yapacağına zaten karar vermiştir ama bakalım doğru bilecek mi diye soruyordur. Ya da olmuş bitmiş bir şeyi bitmemiş gibi soruyordur vs...

Kozmik bilinç diye bir gerçek var, bu yöntemler de o bilinç ile konuşmamıza aracı oluyorlar.

Şöyle geliyor bana, sanki bu kozmik bilinç kocaman bir küreymiş de biz de o kürenin içindeymişiz, aslında tüm yaşanacaklar tüm sorular hep havada uçuşuyor. Biz doğru bağlantıyı kurduğumuz zaman sorumuz o cevap ile bir bağlantı kuruyor gibi.

Uzay-zaman kavramı da bu durumda tamamen göreceli bir şey olmuş oluyor. Aslında sanki aynı anda tüm zamanlardayız. Dark'ta Mikkel'in dediği gibi "Asıl soru nerede değil, hangi zamanda!".

20 Ağustos 2020

Duygu şifresi

Duygu Şifresi kitabını okuyup kendi üzerimde bir deneme yaptım. Bir de YouTube videosu izledim uygulamasını görmek için. Yapabildiğimi düşünüyorum ama zaman gösterecek asıl cevabı.

Bir takıntı sorunum için bilinçaltıma bu davranışımın altında tutsak bir duygunun olup olmadığını sordum. Kas testi ile evet cevabı aldım. Sonra buna sebep olan duygunun ne olduğunu sordum. Burada kitaptaki tablodan faydalanıyoruz, sadece göz ucuyla bir kere o tabloya bakıp bilinçaltıma sorular sormaya devam ettim. Tablodaki satır ve sütunları tek tek okumadım.
A sütununda mı? B sütununda mı? 1.sırada mı? 2.sırada mı diye tek tek sordum ve çıkan duygu ‘sıkıntı’ oldu. Gerçekten de kendimi çok sıkıntılı hissettiğimde farketmeden yaptığım bir davranıştı. Burada şaşırtıcı olan, benim o satır ve sütunda sıkıntı yazdığını bilmememe rağmen bilinçaltımın doğru duygunun tablodaki yerini bilmesiydi.

Duyguyu belirledikten sonra bu duygunun ilk olarak hangi yaşta ortaya çıktığını bulmaya geldi sıra. 0-10 yaş mı? 10-20 yaş mı? 20 ve şimdiki yaş mı? 11 mi? 12 mi? Derken 17 çıktı. Yani lise dönemi.
Hatıralarım arasında bu duruma neyin sebep olabileceğini anladım. Okuduğum lise bizi aşan bir yerdi. Babam bir şekilde beni oraya yazdırabilmişti ama sürekli çok para ödediğinden söylenip, sınavlardan burs falan kazanmam için baskı yapıyordu. Bir de oradakilere uyup şımarık zaptedilmez biri olurum diye de ayrı korkuyordu.
Aileler zengin, çocuklar para içinde şımartılarak büyütülmüş, ben üç ayda bir 5-10 TL zor alıyorum onun da para üstünü geri götürüyorum. Ebeveynler yüksek tahsilli, hocalar çok toy, ilk iş yerleri, öğrenci ayrımcılığı yapıyorlar falan... Ayrıca kızların hepsi fazlasıyla bakımlı, benim tek yaptığım bakım saçımı tarayıp at kuyruğu yapmak. Onlar saçları sarıya boyayıp üstüne gölge yapıp dudaklar parlatıcılı, kaşlarını şekillendirirken ben bari bıyıklarımı almama izin versin diye anneme yalvarıyorum. Zaten eziğim param yok diye aralarına giremiyorum, kendimi paspal hissettikçe iyice eziliyorum. Onları hep birer tanrıça gibi gördüm, hayran hayran izledim. Bir gün onlar gibi olmak istedim.
Lisede ciddi anlamda afallamıştım. Ailemin benim psikolojimi hiçe sayıp böyle büyük işlere girişmesi hayatımın dengesini çok bozdu. Bir daha da hayatımı düzeltemedim zaten.

Tutsak kalmış duyguyu yok ederek kurtulmak istediğim takıntı da ara ara saçlarımı koparmak. Aradaki bağlantıyı siz de görebiliyor musunuz?
Tedavi olmayı gerektirecek durumda olmadığı için hiç tedavi denemedim. Zaten ayda yılda bir bazen oluyor. Genelde de annemle ya da babamla kavga etmişsek kendimi onlardan izole ettiğimde yaptığımı fark ettim. Düşünüp düşünüp içinden çıkamıyorum çok sıkıntı yapıyorum ve sonuç bir kısım seyrelmiş saçlar...

Eğer bu duygunun şifresini çözdüysem bu defter kapandı demektir. Ve bence çözdüm.

Belki bu konuda ileride güncelleme yaparım seneye falan. Geçti ya da geçmedi gibi.

Bahsettiğim video: https://youtu.be/uYchUkbHm74

Dayım da korona

Anne tarafını tek tek yokluyor sanırım bu virüs.
Dayım test yaptırmak istemedi bir süre, normal bir soğuk algınlığı dedi geçer geçer dedi sonra nefes alamayacak hale gelince ambulansla hastaneye kaldırdılar. Oksijen verip test yapıp eve gönderdiler, çünkü hastanede yer yokmuş. Sonra evde yine fenalaştı yine ambulansla hastaneye götürülüp oksijen verilip taksiyle eve gönderildi. Testinin de pozitif çıktığı bilgisi verildi. Üçüncü defa fenalaşıp hastaneye alınınca artık nihayet bir yatak verebilmişler. Birkaç gün hastanede kalacak. Nefes alamıyor, baya kötü.

Hastanelerde yer yok ama bu olağanüstü durum hastaneye gitmedikçe görülmüyor, doktorların sesi duyulmuyor, devlet ses çıkarmıyor, yeniden herkesin kendini karantinaya alması için neyi bekliyorlar?
Gerçekten de ikinci dalga mı geldi? Gerçekten yetmez mi artık Allah'ım ne zaman atlatacağız bu dönemi ya...

17 Ağustos 2020

Merhaba

Bir haftadır yazlıktayım. Bugün dönüyorum.
İşe dönüşlerimiz bir ay daha uzatıldı. Yani Ekim oldu.
Önümüzdeki ay yine yazlığa bir hafta daha gelebilirim demek oluyor bu yani :p Şaka.
Onlar uzattıkça ben bir hafta daha geliyorum malum, ondan dedim ama sıkıldım burdan. Zaten annemler de eve dönecek.
Bir an önce İstanbul’a gidip eğitimlerime dönesim var. Çok yapılacak şeyim var çook. Aslında bu kısa ödenek süresi bana çok yaradı. Her şerde hayır vardır derler ya, aklımda olan bir çok şeyi yapma imkanım oldu çok şükür.

İstanbula döndüğümde bir gün burada astroloji konularını da işlemeye başlamayı düşünüyorum ama tam emin değilim. Belki tek tek burçları, evleri, gezegenleri anlattığım yazı dizileri hazırlayabilirim. Bana da pratik olur hem. Düşünüyorum bakalım uygular mıyım belli değil henüz... İster misiniz?

09 Ağustos 2020

Günlükcük

Baya bir süredir eğitim notlarımı toparlıyorum. Bugün artık kafaya koydum bitireceğim diye. Az kalmış zaten ama beynim almıyor bir yerden sonra ve yanlış yazacağım diye korkup bırakıyorum. Bugün neyse ki bitirebildim üç buçuk saatlik arasız pomodoro tekniği ile :)) o nasıl oluyor dersiniz, 5 dakika ara uyarısı gelince es geçiyorsunuz :D
Ara vermeye bile tahammülüm kalmadı artık bitsin diye yani.
Son bir kez üzerinden geçmem lazım notların ama onu biraz daha dinlenmiş, sağlam kafayla yapmak istediğim için yarına erteledim.
Bu bir kaç gündür üzerimde bir ağırlık var, sırtım, omzum, belim tüm kemiklerim ağrıyor sanki. Ayaklarım şiş gibi. Bir baş ağrısı, sıkkınlık, diş sıkması falan... Çok stresli geçiyor yani. Genel olarak herkeste bir bezmişlik hali gözlemliyorum zaten, hasta olanlarda da bira ağırlaşma var gibi. Havalar bir anda böyle nemli, karanlık oldu. Sanki ülkeyi poşete geçirmişler gibi. Sizde de öyle mi?

06 Ağustos 2020

Altın sahnede kalıyor

Arkadaşlar size astrolojik yorumlar neticesinde bir tavsiyede bulunacağım. Paranızı altın yapın.
Altın 2021'e yüksek giriş yapacak ve devamlı yükselmeye devam edecek. Astrolojik öngörülere göre 2022de en yüksek noktaya ulaşacak. Altına yatırım yapın ve ona 2022 yılına kadar dokunmayın diye tavsiye ediliyor :)
Altının düşmesi gibi bir şey bir kaç yıl boyunca söz konusu değilmiş. Sürekli bir yükseliş bekleniyor.
Ben de yarın dışarı çıkabilirsem altın yapmaya gideceğim hatta kardeşimin parasını da altın yaptıracağım. Çok bir şeyim yok aslında paramla anca bir tane çeyrek oluyor, belki zorlasam iki olur ama o bile hızla değerlenecek biliyorum.
Daha iki gün önce bakmıştık yanlış hatırlamıyorsam, çeyrek altın 700 küsürlerdeydi. Tam param çıkmaz diye para ekleyecektim üzerine. Ama unuttum yaptırmayı. Bugün 800'ü de geçmeye başlamış. Her geçen gün artıyor. Hatta her saat artıyor neredeyse. Naçizane tavsiyem, yatırımı altın ile yapın.

Önemli not: Yine de önce kalbinizi dinleyin. Sonuçlardan mesuliyet kabul etmiyorum:)) İnandığım ve kendim de uygulayacağım bir şeyi paylaşmak ve önermek istedim sadece.

04 Ağustos 2020

Zamanın her kişide/yerde/durumda aynı akmaması gerçeği


Telefonuma bir kaç tane pomodoro uygulaması indirdim. Bugün birini denemeye başladım. Pomodoro tekniği nedir derseniz kısaca 25 dakika çalış 5 dakika ara ver şeklinde bir periyodda ilerlemek diyebilirim.
Çalışma süresi kısa tutuluyor ki sıkılma olmasın, verimli geçsin. Molalar da gayet makul bence.

Bir tur yaparım sonra iki saat uzanır dinlenirim herhalde diye düşünüyordum ama mola bildirimi gelince zamanın çabuk geçmesi ve hiç yorgun hissetmemem hoşuma gitti. 5 dakika yürüdüm, su içtim falan. Oturduğumda son 4 saniye kalmıştı. Tekrar 25 dakika başladı, o da zorlamadan bitti.

Ama şunu fark ettim, bu yazıyı yazma amacım da bu, o beş dakikalar bana baya uzun geldi. 25 dakikalar ise oldukça kısa. Dün "hergün sekiz dakika dans et" diye bir yazı paylaşmıştım ya hani, orada da 8 dakika bir türlü bitmek bilmemişti.

Yani zamanı tek ve değişmez bir şey olarak kabul etmek büyük bir yanılgı. Zaman tamamen kişiye göre, yere göre, duruma göre değişiyor. Kolumuzdaki saat herkeste aynı hızda hareket ediyor gibi görünse de işin arka yüzü hiç de öyle değil.

Bir çok alanda eğitim alıp şimdi de bu eğitimleri toparlayıp sindirme aşamasındayım. Çünkü içimde tükenmek bilmeyen öğrenme arzusu ve her şeye merak duyma içgüdüsü var. Bazen gerçekten çok yoruluyorum ama asla beynimi bir şeylerle meşgul etmeden duramıyorum. Hiçbir şey bulamazsam kuruntular başlıyor bu sefer beynimi yemeye başlıyorum. Hep çalışması gerekiyor bu saksının... Neyse işte bu eğitimleri toparlamaya çalışırken her gün kamyon geçmişe dönüyorum, yerimden kalkamıyorum. Önce masadan kalkmıyorum(zamanın çoğunda telefona girmiş olsam da) sonra dinlenmek için uzanmaya geçip bu sefer de yattığım yerden kalkamıyorum. Ama bu pomodoro ile düzenli bir şekilde ilerlemek çok işime yarayacak gibi görünüyor.

Şimdi yazınca tekrar fark ettim de, spor yapmak, film izlemek, gezmek tozmak, eğlencelik şeyler yapmak zaman kaybı gibi geliyor hep. Her defasında vicdan azabı hissediyorum. Bir yere mi gittim, illa ki bir şey öğrenmeliyim ya da kitap okuyup bitirmeliyim ya da araya başka işler de sıkıştırmalıyım. Spor mu yapıyorum hemen daha fazla çalışıp o kayıp zamanı da telafi etmeliyim gibi... Aslında sağlıklı bir bakış açısı değil. Ve ben öyle hareketli bir insan da değilim, yani böyle yapmalıyım zamanı doldurmalıyım diye beynimi yiyorum ama yapmıyorum. Sonra da vicdan azabı duyuyorum. Bi salmıyorum kendimi yani. Bir gün gezip on gün ben şimdi nasıl telafi edicem diye düşünmek de manyaklık biraz. Çözümü de günlerimi olabildiğince programlı geçirmek sanırım. Bir astrologa haritamı yorumlattığımda o da bana hep bir ajandam olmasını, programlı olmam gerektiğini söylemişti. Bundanmış demek ki. Zihnim çabuk dağılıyor ya da. Programlı olmak şart.

03 Ağustos 2020

Indian Matchmaking


Türkçeye “Hint Çöpçatanlığı” diye çevirebiliriz sanırım.
Bir Netflix serisi. Hintli aileler arasında çöpçatanlık yapan bir kadın var, başvuranların karakterlerini analiz edip veritabanından ona uygun birilerini gösteriyor. CV database’i var resmen. Görücü usulü evlilik için çöpçatanlık yapıyor yani. İzlememe sebep olan olay, kadının zor durumda kalınca astrologlara başvurmasıydı aslında, öyle bir paylaşım görüp merak edip izlemeye başladım. Ama seriyi izlerken umduğum kadar yoğun bulamadım o sahneleri. Yine de Hintliler için astrolojinin ne kadar önemli olduğunu gördüm. Hem astroloji hem de yüz okuma baya yaygın anladığım kadarıyla.

Şimdilik bir sezon vardı, hepsini bir oturuşta izledim. Başka sezon olacak mı bilmiyorum. Biraz “The Circle”ı da anımsattı bana. Ama bu daha geleneksel, daha aile temalı. The Circle’da evlenmeden balayına gönderiyorlardı biraz fazla “modern”di.

Hiç sonucu gösterilmeyen kişiler var, hatta sezon biterken başka yeni bir kişiye başladılar. Muhtemelen ikinci sezon da gelecek.

İzlerken Hintliler ile Türklerin ne kadar benzediğini şaşkınlıkla fark ettim. Büyük aile olmak, anne baba onayı, dindar ailelerdeki fazla tutum, geleneklere bağlılık, boylarının çok uzun olmaması, ten renkleri de büyük oranda benziyor. Göz yapısı da öyle... Yani hindistana gitsek çok da göze batmayız gibi geldi.

Bir de The Umbrella Academy’nin ikinci sezonu gelmiş. Bir bölüm izleyip bıraktım çünkü bugünlük netflix izleme kotamı doldurduğumu düşünüyorum. İzlerken Dark’a ne kadar benzediğini fark ettim. Bu konu neden inatla bu kadar çok işleniyor acaba. Beynimize beynimize sokuyorlar yine bişeyler hadi hayırlısı.

Her gün 8 dakika dans et


Bunu bir sosyal medya paylaşımında gördüğümde (günde 8 dakika dans etmek serotonin salgılar yazıyordu) "8 dakika ne işe yarar ki" demiştim içimden. Çok çok basit gelmişti. Bunu göreli bir hafta olmuştur, bir kere bile rahatımı bozup denemedim bugüne kadar. Bugün denedim.
Az önce spotify'dan zumba albümünü açtım başladım saçma saçma hareketler yapmaya. Nasıl dans edildiğini de unutmuşum. 4 yıl önce zumbaya gidiyordum, o hareketleri hatırlamaya çalıştım. Önce kendimi aptal gibi hissettiğimi itiraf edeyim, sanki birileri izliyor ve dalga geçiyormuş gibi. Sonra "saçmalama kimse yok evde istediğin gibi takıl" dedim kendi kendime. Mümkün olduğunca tüm yağlanmış alanları harekete geçirmeye çalıştım. Bu 8 dakika boyunca en az 5 kere telefondan saate baktım. Bitmedi bir türlü o 8 dakika. Uzadı da uzadı sanki.10 dakikaya çıkarırım sanıyordum ama süre dolar dolmaz saniyesinde bıraktım. Daha şarkı bitmemişti onu bile yarım bıraktım :)
Gün içinde çok hareketsiz kalıyorum ve bu çok canımı sıkıyor, şimdilik içimi rahatlatmak için bunu deniyorum. Nereye kadar giderse bakalım artık.

01 Ağustos 2020

Herkes çok gergin


Siz de çok gergin misiniz?
Bu 2020de de ölmezsek daha ölmeyiz diye bir his geliyor mu? Bence biz öldük zaten. Geçmişe dair ne kaldı içimizde, hiçbir günümüz ve hiçbirimiz eskisi gibi değiliz. Yeni normal diye bir şeye başladık, sanki hayata sıfırdan başlar gibiyiz.
Bazen kendime şaşırıyorum nasıl dayanabiliyorum bu kadar anormalliklere diye.
Beyin kıvrımlarındaki rotalar yeniden oluşturuluyor gibi bir yıl işte. Bir de üstüne teyzemin boşanma olayı tam tüy dikti. Ailedeki ilk boşanma olayı yaşanıyor. İlk defa bu kadar yakınımda bir aile yıkılıyor.
Astrolojiye göre bu biraz daha böyle sürecek. Bu rahatsız, huzursuz, tutsak halimiz yani... Aile içi tahammülsüzlük, işin çığrından çıkma tehlikesi de aynı şekilde...
2 gün sonra Kova burcunda bir dolunay olacakmış, özgür olmak isteyecekmişiz falan.
Şu sıralar Uranüs ile Güneş sert açı yapıyor. O da babayla çatışma gibi şeyler getirebiliyor.

9 Eylül’de de Mars retro yapmaya başlayacak, salgın yine artış yapabilir. Savaş falan diyorlar hatta. Allah korusun.
Felaket tellalı gibi konuşan astrologlar bana iyi gelmiyor pek o yüzden de çoğu zaman Oğuzhan Ceyhan’ın gönderilerini sinirlerim sağlam kalsın diye okumadan geçmeye çalışırım. Ama hakkaten de güzel bir şey görmek zor bu göksel durumda sanırım. Dinçer Güner daha yumuşak anlatıyor onu dinlemek daha iyi galiba hassas olanlar için. Öner Döşer de öyle. Oğuzhan Ceyhan müthiş bilgili bir insan, dünyanın sayılı astrologlarından ama yükselen oğlak olunca naparsın karamsarlık olmadan olmuyor. Ben de yükselen oğlağım ondan biliyorum. Ama her şeye rağmen Oğuzhan Ceyhan’dan eğitim almaya karar vermiş olmama ne diyorsunuz :) İki kere de rüyamda gördüm, birinde bana haber videoları üzerinden özel ders veriyordu, diğerinde de otobüsle önemli bir yere gidiyorduk. Bazen aklıma bir şey takılıyor, bi bakıyorum profilinde tam da bana cevap niteliğinde bir şey paylaşmış. Ruhani boyutta bir bağ var belli ki. Sanki bu hayata gelmeden önce beni eğitmesi için onu seçmişim gibi. Astroloji yolunda yollar hep ona çıkacakmış gibi. İlerlemem ancak onunla olurmuş gibi geliyor.  Onun sınıfında eğitim almaya başlayınca bu etkiyi daha çok hissederim sanırım.

Ama yükselen oğlak da olsam bir gün astrolojik yorum yapmaya başladığımda inşallah felaket tellalı gibi değil de olumlu şeyler söyleyebilirim. Ya da kötü şeyleri ateşe körükle gider gibi değil de sakin sakin aktarabilirim. O günler ne zaman gelecek acaba ya.