22 Aralık 2020

Gelsin hayat bildiği gibi, işimiz bu; yaşamak.

Her şeye yetişmeye çalışmayacağım bugün. Her şeyi kusursuz bir şekilde yapmak için uğraşmayacağım. Herkesi memnun etmeye çalışmayacağım. Aklımdaki tüm programa uymaya çalışmayacağım. Mükemmel olmaya çalışmayacağım.

Sadece, elimden geleni yapacağım.

Her zamanki gibi, ama bu sefer "tam da istediğim gibi".

...

19 Aralık 2020

Twilight

Serinin son kitabını sipariş verdiğimi söylemiştim. Dün de gelmeyince haftasonu hiç gelmez diyerek bari serinin ilk kitabından okumaya başlayayım o gelene kadar dedim. 

Nescafe hazırladım, başladım okumaya. Sonra kahvenin bazı kitaplara çok yakıştığını fark ettim. Kahve&Kitap hayali çok güzel ama bazı kitaplarla gitmiyor bence, böyle yumuşak, tatlı, insanı içine çeken romanlarla daha başka oluyor tadı.

Bugün buraya eklemek için de bir fotoğrafını çektim. 

Sonra teyzem aradı telefonda yaklaşık bir saat konuşunca kafam çok dağıldı kitaba geri dönesim gelmedi. Ama teyzemin yeni hedefleri çok güzeldi, sevinmiştim. 

Her neyse, bu sabah Ptt süpriz yaptı ve sabahın 10 buçuğunda kitabımı getirdi :)

Şu an kahvaltı yapıyorum, kitaba başlamak için sabırsızlanıyorum. Elime alınca uzun süre bırakamayacağımı da biliyorum, 712 sayfa kitap acaba daha sakin bir zamanda beni hiçbir şey bölemeyecekken mi okusam diyorum ama bekleyesim yok. 

Başlamak için 2021'in gelmesini beklediğim astroloji ajandam ve yıllardır çıkmasını beklediğim o kitap ne güzel bir kare oldular. İkisini de çok seviyorum. 

Astroloji hayatımı kurtardı gibi bir şey benim için... Ya da tam kurtardı değil de, kurtarıyor diyelim. Hala bir dönüşüm devam ediyor.

Twilight serisi ise aşkı unutmama izin vermediği için baş tacım...

Son olarak, yıllardır kafamı kurcalayıp beni hep ikilemde bırakan bir şey için psikolojik destek almaya karar verdim. Ne olduğunu şimdi söyleyemem, işler umduğum gibi gitmezse belki hiç söylemem bilmiyorum. Ama benim için önemli, kabuğumdan çıkmam için, kendimi tanımam için... Sadece dua istiyorum. Allah yolumu kolaylaştırsın...





15 Aralık 2020

Gece yarısı güneşi

Stephenie Meyer bundan 12 yıl önce bu kitabı yazmaya başlamış ancak yazdığı kısmı bilgisayarından çalınıp internette yayınlandığı için sinirlenip yazmaktan vaz geçmişti. Tamamlayıp yayınlamak için herkesin yayınlanan bölümleri unutmasını bekledi. Nihayet 2020'de kitabın yayınlanmış olduğunu öğrendiğimde 12 yıl önceki gibi heyecanlandım. 

Hemen internetten pdf'ini buldum önce, ama sanırım yıllar önce internete sızan bölümler vardı sadece çünkü bir yere kadar gelip pat diye bitti. Devamını bulamadım. Dışarı çıkmıştım ve çıkmışken D&R'da kitaba bakayım dedim,69tl yazıyordu (ciltli) vazgeçtim, ben de mobil uygulamadan BKMkitap'tan 32 küsür tlye sipariş ettim, nasılsa 30tl üzeri mobil siparişlerde kargo ücreti de almıyor. İnşallah erken gönderirler umuduyla bekliyorum. 

PDF'ini okumaya başladığımda içimde o gençlik heyecanlarım, umutlarım, hayata bakışımın farklılığı geldi ve hüzünlendim. O zamanlar üniversitedeydim. Pandeminin de etkisiyle tamamen ruhsuz, umutsuz, neşesiz kişilere dönüştüğümüz zaten belli, ama ben aşkı da unutmuşum. O hissi özlediğimi fark ettim. 

12-13 yıl önce Alacakaranlık serisini okurken Leyla gibiydim. Hatta sonra benimle çıkmak isteyen birini sırf rüyamda onunla edward ve bella gibi olduğumuzu gördüğüm için teklifine sıcak bakmaya başlayıp kabul etmiştim, sonra hayatın gerçeklerini görüp ayrılmıştım. Dışarıdan çok düz mantık, çalışmaya odaklı görünsem de içimde benim de çoğu zaman unuttuğum bi pembe gözlüklü, prenseslere özenen, aşka aşık kız çocuğu hep var. Masallara inanan, her şeyde aşk ve sevgi arayan ama sevilmeye doyamayan, sevgiyi kabul edip içine katamayan biri. Benim lanetim de bu galiba, sevilmeyi çok isteyip sevgiyi kabul edememek. 

05 Aralık 2020

Annem babam negatif

 İkinci test negatif çıktı, atlattık çok şükür.

Ben kendimi çok iyi hissetmiyorum iki gündür ama covid semptomları yok. Halsizim ve midem bulanıyor sadece. Üşüttüm galiba biraz. Hava ısısı çok değişken malum.

Ya da psikolojik de olabilir. Dün arkadaşım aradı, müdür onu arayıp pazartesi işe dönmesini istemiş. Yetişemiyorlarmış onun bölümünde işlere. O da sigortam maaşım tam yatacaksa gelirim demiş. Dönüşümlü çalışılıyor şimdi yine işyerinde, o yüzden 15 gün çalışıp 15 gün izinli olacak ve çalıştığı 15 gün için sigorta ve maaş tam yatacakmış.

Beni etkilemez sanıyordum ama etkiledi sanırım. Onunla birbirimize psikolojik destek oluyorduk. Tek olmadığımız için, birbirimizle dertleşebildiğimiz için daha sakin geçiyordu bu dönem evde olmak ama şimdi kalede tek kalmış gibiyim. 

İşe dönmeyi hiç istemedim, hatta süre uzadıkça astrolojide gelişeyim de döndüğümde istifa edip kendi işimi yapmaya başlayabileyim diyordum ama şimdi kendimi baya yalnız hissediyorum.

İnsan psikolojisi ne acayip. "İstediğin bu değil miydi, hala evdesin ve eğitimlerine zaman ayırabilirsin" diyorum, hiç etkileneceğime ihtimal vermiyordum ama şu ruh halime bakılırsa üzülmüşüm demek ki. Ne kadar kendimizi tanıdığımızı sansak da tanıyamıyoruz tam olarak.

29 Kasım 2020

Günün Müziği

Yarın Ay tutulması var. Özellikle şu son 3-4 gün baş ağrısı, mide bulantısı, depresyon, iç kararması hissetmiş olabilirsiniz ve ev içi gerginlikler artmış olabilir. Çevremde herkes bu şikayetlerle dolu.

Şimdi bu videoyu başlatın, belki bana olduğu gibi size de iyi gelir.

Tc kimlik numaranızı ikili mi ezberlediniz üçlü mü

Bugün kart getiren görevli tc numaramı isteyince yine ikili şekilde söylemeye başlayınca bu sefer kendimi rahatsız hissetmeye başladığımı fark ettim. Sanki karşımdakiler "aha bu da deli çıktı" diyormuş gibi :) Kardeşim 3lü ezberledi, üçer üçer söylüyor sonra bana geliyorlar ikili söylüyorum. Kardeşim de defalarca üçlü ezberle böyle çok uzun oluyor dedi ama alışkanlık işte.

Geçen gün sağlık ocağına gittik, doktor önce kardeşiminkini istedi, sonra tekrar söylemesini istedi teyit etmek için. Sonra bana geldi söyledim, teyit etmek istemedi :))

Hatta normalde son 3 haneyi üçlü söylerken, az önce gelen görevliye galiba onu da 2+1 şeklinde söylemiş olabilirim...

Şimdi tc no'mu yazdım kağıda üçerli olarak, ezbere başlıyorum.

24 Kasım 2020

Annem ve babam covid pozitif

Eveeet sonunda bizim eve de uğradı bu illet. Ailecek aşırı dikkatliyizdir, marketten aldıklarımızı yıkarız, hiçbir yere çıkmayız mecbur değilsek ama sanırım babam işyerinden eve getirdi... Önce o başladı zaten, baya ağırdı aslında ama inatla iyiyim diyip ayakta duruyordu. Sonra anneme bulaştı, çok fazla ağrısı oldu yatak döşek yattı. En sonunda babamı zorla ikna etti de hastaneye gidip test yaptırdılar. Akşama cevap geldi pozitif olduklarına dair ve 5 dakika geçmeden kapıya görevliler geldi. Şok olduk bu hızlarına. İlaçlarını teslim edip evde temaslı kimler varsa onların numaralarını istediler. Onlara 10 gün, temaslılara 14 gün karantina yazdılar.

Annemle babamı salona kapattık, ama babam yerinde durmuyor ki.. Ay deli edecek hepimizi ya resmen hiperaktif 4 yaşında çocuk olarak kalmış bu adam büyümemiş kesinlikle.

Bizde bir şey yok. Sadece psikolojik olduğunu düşündüğümüz ufak bir şeyler oluyor bazen boğaz acıması, ağrı, halsizlik gibi. Uzun sürmüyor ama. Eğer babam evde fink atıp virüsü her yere saçmaya devam etmezse daha iyi olcaz...

Saat 6'ya geliyor şu an ve adam sabahtan beri telefonlara cevap verip kim ne önerirse evde var mı diye bakıyor yoksa eczaneden istiyor. "Biz erken gittik o yüzden ağır değiliz aman siz de dikkat edin" falan diyor. Ya biz seni ikna edemedik ki iki haftadır hastalıktan betin benzin atmış hala millete hava atıyor biz erken gittik diye hey allahım ya :) sinirden gülüyorum şu an.

23 Kasım 2020

Sabırsızlık

Bazen birinden bir haber bekleyip, sorup cevabını almamak aşama aşama delirtiyor olabilir mi insanı?

Ben mi çok sabırsızım onlar mı çok rahat diyorum bazen... Ama bazen de unutuluyorum o daha da can sıkıcı. Ya yine unutuluyorsam diye darlamak bir nebze rahatlatıyor ama hala beklenen tepki gelmiyorsa daha da sabırsızlanıyor ve geriliyor insan.

19 Kasım 2020

Dünya'ya gelmek

 

Dünya'ya gelişimiz ne acayip değil mi? Birbirini tanımayan bir kadın ve bir erkek bir anda tanışıp, evlenip bir aile oluyor. Daha sonra kadının rahminden yeni ruhlar bedenleniyor. Onun rahmi, Dünya'ya açılan bir geçit kapısı oluyor.

O ruhlar o kadını, o rahmi seçiyor. Bazı ruhlar aynı anda orada olmak isteyip ikiz oluyor hatta bazıları aynı yumurtadan olmak istiyor. 

Kardeşler hep aynı bekleme salonunda bedenini geliştirip Dünya'ya geliyorlar. O kadını anne olarak seçiyorlar. Aynı babanın genlerini taşımayı seçiyorlar... 

Hocamız bize "rahmin hafızası vardır" demişti. Bir kadın birlikte olduğu erkeklerin genetiğini doğacak çocuklarına taşırmış. Yani o babadan önce başkası olduysa o adamın da soyundaki problemler, genetiğindeki şekiller çocuklara da aktarılırmış. O zaman hangi kadını anne olarak seçtiğimiz, hangi rahimde bedenlendiğimiz de çok önemli.

Kardeş olmak ne muazzam bir şey... Aynı kadının çocukları olmak, aynı bedenden beslenmiş olmak, aynı babanın (ya da aynı rahmin hafızasındaki) soy karmalarını üstlenmek... Bunları berzah aleminde kendimizin seçmiş olması da garip geliyor ama verdiğimiz sözü unutmamız sadece bizim sorunumuz...

14 Kasım 2020

Market kazası

Market arabamı çarpıp düşürdüğüm camlı şey kırılınca durduk yere +23 lira ödemek durumunda kaldım. İlk defa başıma geldi bu. Bir an napacağımı bilemedim. Etrafa bakıyorum kimse yok, görevli de bulamıyorum. Neyse sonra bir görevli bulup durumu söyledim ve kasaya gidince onu da ödedim. 

Markete gitmeye gitmeye market arabası kullanmayı da unutmuşum ben.

05 Kasım 2020

Sonbahar

Soğuklar geldi. Yorgana geçtim ama hala ayaklarım buz gibi. Isınamıyorum. Büzüşüp oturuyorum. Ne kadar kalın giyinsem de olmuyor. 

Soğuğu sevmiyorum, karanlığı sevmiyorum.

Sonbaharın renkleri güzel belki ama kara kışın habercisi bana göre. Sevemiyorum. 

Kitap okuyamıyorum, ders çalışamıyorum, sabahtan akşama kadar dizi izleyip oyun oynuyorum. Başka bir şeyi kafam almıyor. 

Dün spora başlamak istedim, yürüyüş yapacaktım. Yağmur var diye vazgeçtim. Markete gittim sonra, bacaklarımı kaşıntı tuttu. Hava serinken yürüdüğümde bacaklarımda feci bir kaşıntı başlıyor sizde de oluyor mu bu? İşkence gibi resmen. Markete girdiğim an geçip, çıktığımda yine başlayıp eve girdiğimde yok olan bir kaşıntı...

Kitap da okuyamıyorum. Jane Eyre elimde sürünüyor...

01 Kasım 2020

Mavi ay


 Dünkü mavi dolunay sizin hangi evinizde gerçekleşti? Benim 4.evdeydi. Yani aile, baba, kökler ile ilgili biraz gerildim. Bir şey olmadı ama ben bunun bilincinde olup kendimi ortamdan uzaklaştırmasaydım kesinlikle ters bir şeyler olacaktı, çünkü baya yer arıyorum patlamaya.

Bu dolunay boğa burcunda olduğu için, boğa burcunun yönettiği 5.evimi de etkiledi. Onu da dün yazdığım eski flörtler konularının gündeme gelmesiyle yaşamış oldum. Durduk yere hem çocukluk anıları, babaya öfke gibi durumlar hem de eski aşklar, gelen düğün davetiyesi bu iki ev konularını tam olarak gösterdi. 

Korona cidden zorluyor psikolojimizi artık, bir de üstüne İzmir depremi tuz biber oldu. Çok üzgünüm ben de... Bir de dolunay gerginliği... Allah hepimizin yardımcısı olsun.

31 Ekim 2020

Bir devrin bitişi

Hayatın 33 yaş köşesini geçtikten sonrası da baya ilginçmiş...

Az önce, zamanında bana her fırsatta kur yapan birinin düğün davetiyesini aldım. Kimseyle evlenemez sanıyordum. Herkesle anlaşır ama ciddi düşünemez gibi, çocuk gibi geliyordu. 

Eski sevgilim, sevgili olmadan önce çok koşmuştu peşimden. Diğer yandan da bu kişi koşuyordu. Aslında eski sevgilim daha sevgili değilken yani ufaktan bana ilgiliyken, boşuna ümitlenmesin diye, ne zaman kahve içelim vs tarzında tekliflerde bulunsa ben bu ikinci kişiye sen de gelsene derdim. Sıradan arkadaş buluşması olsun diye. Sonra ikinci kişi de benden ışık gördüğünü düşündü herhalde. Kimse farklı anlamasın kimse ümitlenmesin derken iyice elime yüzüme bulaştırmıştım. 

Bazen belli belirsiz bir rekabet olurdu aralarında bazen de birbirlerinden tamamen habersiz aynı mesajları atarlardı. Habersizdiler evet eminim çünkü samimi değillerdi ve hoşlanmazlardı birbirlerinden pek. Anlaşmalı mesaj atmaları mümkün değildi yani.

Bu sırada, bu iki kişiden de önce, bana kur yapıp etkilemeye çalışan ama bir gün ilgili bir gün egolu davranıp dengesizliğini kanıtlayan biri vardı. Tam onunla yolları tamamen ayırmaya karar vermişken bu ikisi çıkmıştı.

Sonra biz bu iki kişiden ilkiyle sevgili olduk, 2 yıl sürdü. Ailesi istemedi, bitti. Ailenin istediği biriyle evlendi. 

O ilişkiden sonra tekrar biriyle sevgili olamadım bir daha. 30 yaşındaydım yolları ayırdığımızda. Üzerinden 4 yıl geçti. Kimseye güvenemedim. 

Ve şimdi o diğer kişi de evleniyormuş. O yılları yaşamış olduğuma inanamıyorum bazen. O kadar canlı, umut doluydum ki. Zaten bu yüzden çok dikkat çekiyordum ve insanlar hep yanımda olmak istiyordu. Kıskananlar hariç. Düşmanım da çoktu tabi... Hemcinslerim pek sevmezdi özellikle.

Ayrılıktan sonra bir süre psikolojik destek gördüm. Ama kısa bir süreydi. O günü takip eden iki hafta boyunca, gözlerimden durmaksızın akan yaşlar dışında bir yaşam emaresi gösteremediğim için psikiyatristim hafif bir sakinleştirici verip sonra bıraktırıp kendi başıma idare edebileceğimi söylemişti. 

O günler için yüreğimden hissederek söylediğim en gerçek şey “ışığım söndü” olmuştu. Sanki o zamana kadar kalbimde, içimi hep canlı tutan tatlı, sıcak bir ışık vardı ama artık sönmüştü. Artık içim karanlıktı.

Açıkçası, hala karanlık hissediyorum. Tekrar cıvıldar mıyım, kalbimin ışığı tekrar yanar mı yansa da korkup üstünü örter miyim bilmiyorum. 

Bu günleri hiç düşünememiştim. 34 yaşımda, 65lik tek yaşayan dul teyzeler gibi hissedeceğimi bilemezdim. 

Çevremdeki herkes ayağa kalkarken ben düşmüş gibi hissediyorum. Herkesin atı nihayet şahlanmışken, benimki çatlayıp yere yığılmış gibi. 

İnternetten kitap alışverişi

 Geçenlerde BKMkitap hakkında bir yazı yazmıştım. Onu yazdıysam bunu da yazmalıyım diye düşündüm. 

Önceki yazımda, muhtemelen ellerinde olmayan kitabı var gösterdikleri için 2 hafta boyunca kitapların temin edilmesini beklediğimden bahsetmiştim. Sonra da iptal edip idefix’ten almıştım. İdefix hemen kargolayıp göndermişti ama hiç bir güvenlik almadan olduğu gibi kutuya atmışlardı, poşete vs sarmamışlardı, hatta kitaplardan biri lekelenmişti. 

Birkaç gün önce çok acil olmayan iki kitabı tekrar BKM’den vererek bir kere daha denemek istedim. Birkaç gün sonra kargoya verildi. Mobil uygulamadan sipariş verirken kargo bedava oluyor (mim 30₺ olmak şartıyla). PTT ile gönderiyorlar. Baloncukları kalın poşete sarmışlardı, baya korunaklıydı. Yine ayraç falan yoktu ama kitaplar sağlamdı önemli olan da o. 

Bir de hemen gelsin istediğim kitaplar vardı, temin edilip edilmediğini kargoya verilişini vs takip edebilmek için onları da kitapyurdundan sipariş ettim. Klasik kitap yurdunun karton kutusuna koyulmadan önce poşetlenmişti kitaplar. Zaten kitapyurdunun paketi baya sağlam. Kitaplar da sıkı poşetli olduğu için hiç yerlerinden bile kıpırdayamamışlar. Onlar da çok güzel ulaştı elime. 

Öyle yazmak istedim işte...

Bu arada Kitapyurdu kargo bedava olması için 100₺ limit koymuş ama kargoyu bedavaya getiren bazı joker ürünleri var. Mesela küçük prens kitabı gibi. Sepete onu da atınca kargon bedava oluyor. 

24 Ekim 2020

Müzik ruhun gıdasıdır


Bir yerde okumuştum, günde 10-15 farklı türlerde müzik dinlemek ruha iyi gelir yazıyordu.

Bugün bu müzikle kendime bir ara verdim. Girişteki trompet sesi tüylerimi ürpertti. Müzik iyi ki var...

Videonun altına bir yıl önce yazılmış olan bu yorumu görene kadar büyülenmiş gibi dinliyordum, yorumu okumamla gülmeye başlamam bir oldu :D


21 Ekim 2020

Karışık her şey karışık

 


Can sıkıntısı bastırdıkça bir şeyler yemeyi, mutsuz hissettikçe abur cuburla mutlu olmaya çalışmayı öğrendim bu pandemi boyunca. Sağlıklı yemek midemi bulandırıyor bazı zamanlar, sadece anı geçiştirmelik yemeler başladı. O an canım bir şey yemek istiyor, en yakında yemeklik ne varsa onu yiyorum geçiyor. 

Bugün de öyle bir gündü işte. 

Üstüste yediklerim karpuz, salçalı omlet, bol sirkeli göbek salata, peynir, kakaolu bisküvi ve şimdi de Türk kahvesi ile çikolata...

Bulaşık yıkarken midem ağrıdı biraz, o zaman anladım her şeyi çok karıştırdığımı.

Kahve de bayatlamış, hiç tadı tuzu yok. Çikolatayla kapatıcaz artık. 

Midem diken üstünde bekliyor herhalde, kahveden bir yudum aldım hemen içerden bir sızı geldi. Tamam sakin ol günü kapatıyoruz mideciğim daha bişey yemicem tamam :)))

Bir de bütün masumlar apartmanının son yayınlanan bölümünü izledim. Han ve İnci aşkına hayranlıkla baktığımız süre ne kadar anlık oldu ya bu kadar psikopat olduğunu ben de tahmin etmiyordum. Bir anda mafya dizisine döndü sanki. 

Sanırım İstanbullu Gelin dizisine başlayacağım. Kardeşim mutlaka izle tam senlik kesin beğenirsin dedi. Merak ettim ben de. Kırmızı Oda’daki Alya’nın hikayesiymiş o da. 

Bu arada Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitaplarını aldık, hemen geldi. Kardeşim başladı birine ben daha başlamadım. Ben Jane Eyre’e başlayacağım şimdi. 

İki gün boyunca sabahtan akşama kadar evdeki kütüphaneyi temizleyip düzenledim. Tüm rafları boşalttım, sildim, kitapları türlerine göre ayırdım, tek tek sildim, yerleştirdim. Ben bizde roman yok sanıyordum ama kütüphanenin neredeyse yarısı roman çıktı. 

Geçen Cumartesi de arkadaşım evlendi. Koronadan dolayı sade bir nikah yaptılar sadece. Çok kalabalık da değildi. Çok tuhaf hissettim öyle az kişiyle hemen olup bitince. 

Kahvem soğumasın diye yazarken arada içiyordum, bitti. Çikolata kaldı öyle. Ben kahveyle birlikte yicektim onu ya. Neyse. 

Bu aralar hem sonbahar depresyonu hem de coronanın yeniden ayaklanması ama artık devletin ekonomiyi kurtarmak adına hiçbir önlem girişiminde bulunmaması çok zorluyor hepimizi... Kardeşim haftada bir okula gidiyor, meslek dersleri için, ve yüzme dersi de var. Geçende başladılar, kurutma makinesi yokmuş havuzdan çıkınca ıslak kafayla evlere dönmüşler. Çok sinir oldum ya. Virüs var diye havuzu açmayalım demiyorlar parayı alıp kaydı alıyorlar ama makine virüs bulaştırır diye kullanım dışı. Haftaya duşlar da kapalı olacakmış. Resmen şaka gibi ya. İnsanlar iyice delirdi. 

15 Ekim 2020

Senden Önce Ben

Anne’in kitaplarını beklerken okumaya başlamıştım bu kitabı. Sonra siparişim gelince bunu kenara bırakıp Anne’e başlamıştım. O iki kitap bitince dönüp bu kitabı bitirmeye karar verdim. 

İlk yaklaşık 150 sayfasına kadar ergence olduğunu düşündüm. Zaten o yüzden yarım bırakmıştım ama roman tarzı pek kitabım olmadığı için yine de şans vermek istedim. Roman okumak istiyordum çünkü. Sonra biraz daha okuyunca merak uyandırıcı olmaya başladığını fark ettim.

Fena değildi. Tekrar okumak isteyeceğim, kitaplığın baş köşesine koyup arada bakmak isteyeceğim bir kitap değil. Okudum ve biti. Başında ve bazı yerlerinde zorlanarak okudum ama bazı yerlerinde de su gibi aktı onu da söylemem lazım. 

Şu açıdan sevdim, o durumdaki birinin nasıl hissedebileceğim anladım biraz. Ana karakterin durumu çok zor. Ama sonunu böyle beklemiyordum. 

Kitabın arkasında “mucizelere inanmıyorum diyen bir kez daha düşünsün” yazıyor ama kitapta pek mucizelik bir şey göremedim açıkçası. 

İkinci kitap olan “Senden sonra ben” i de sırf seriyi tamamlamak istediğim için okumaya başlayacağım ama çok sıkıcı gelirse kendimi zorlamayacağım. 

12 Ekim 2020

Yeşilin kızı Anne -2 / Avonlea

Yazıya başlamadan önce, bu yazının kitap ve dizi hakkında spoiler içerdiğini söylemeliyim. Başka türlü anlatamam çünkü. Spoiler olan kısmı mavi renkle ve eğik yazıyla yazacağım ki okumak istemeyenler için daha belirgin olsun. 

Birinci kitap hakkında, sonu dizideki gibi bitiyor hemen hemen demiştim ya, ikinci kitapta öyle olmadığını anladım. Ben arkadaşlık derken sevgili oldular sanmıştım.

İkinci kitap Anne'den ziyade çevresindeki olup bitenlerle alakalıydı. Anne ile ilgili tek gelişme bir süreliğine öğretmenlik yapmasıydı. 

Anne'nin, bu hayalperestlikle evlilik yoluna nasıl adım atacağını, nasıl bir eş, nasıl bir anne olacağını çok merak ediyordum. İkinci kitabın son sayfalarına geldiğimde bile belki bir anda 10 yıl sonrasını anlatmaya başlar ve evli çocuklu halini de okurum diye umut etmeden duramadım. Ama dizideki son, ikinci kitabın sonuymuş meğer. Hatta o bile değil. Net bir sevgililik başlangıcı bile olmadı sadece ima oldu ve Anne bir şeyler hissettiğini fark etmeye başladı. Bu kadar.

Kitabı bitirdikten sonra bir süre öylece kaldım, derin bir hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Keşke dizisinden önce kitabını okusaymışım dedim, o zaman beklentiye girmezdim ve tadını çıkarabilirdim.

Kitapta işlenen konular sıkıcı ya da saçma değildi, güzeldi ama ben ne zaman olacak diye beklentiyle okuduğum için tatmin edici olmadı.

İki kitap boyunca da diziden farklı pek bir şey olmadı (Anne konusunda). Bazı ölümler ve eğitim dışında. Anne sadece biraz daha güzelleşmiş serpilmiş olması dışında yine aynı Anne.

Ah sanırım hayallere kapılıp gerçekleşmediğinde derin bir kedere gömülme konusunda tamamen Anne gibiyim. Bu bir kitap da olsa...

Düzenleme: Şimdi öğrendiğime göre bu seri 8 kitaptan oluşuyormuş ve 3.kitabın çevirisine başlamışlar bile. Bu şekilde bitmesi çok can sıkıcıydı, o yüzden bu habere çook sevindim. O zaman Anne'in evliliğini, anneliğini vs de görebiliriz. :)

10 Ekim 2020

Yeşilin kızı Anne / Anne of Green Gables / Anne with an E

Dün ilk kitabı bitirdim. Bugün ikinci kitaba geçmeden önce yazısını yazmak istiyorum. 

Kitabın başları tamamen dizi ile paralel gidiyor. Hatta okurken dizideki o sahneleri gözümde canlandırmadan edemedim. Ama kitabın ortalarına doğru dizi ile yollar ayrılıyor biraz.

Tabi bir ana iskelet var, konu az çok net ama bazı yerlerde o iskelette bile kayma olmuş gibi. Baya farklı yerler vardı. 

Mesela dizide Gilbert'ın siyahi arkadaşı kitapta yoktu, kızılderililer yoktu falan. Bir sürü değişik şey.

Güzel miydi, güzeldi. Memnun kaldım. Kitabın farklı olması biraz hoşuma da gitti aslında. Kitap daha sıcak geldi. Ama dizideki olaylar biraz daha pozitif ilerliyor, o yüzden diziyi izlemek de baya keyifli.

Bir de Netflix dizisinde eşcinsellik de vardı ama kitapta öyle bir şey yoktu. Herhalde netflixin dizilerine attığı bir imza bu eşcinsellik konusu. Dizide de rahatsız edecek derecede değildi, çok azdı yani sırf bunu da atlamayalım demek için koyulmuş gibiydi ama kitapta hiç onunla alakalı en ufak bir şey bile yoktu.

Netflixteki 3 sezonunu da bitirmiştim. 3 sezon boyunca 1. kitap işlenmiş diyebilirim. Sonu benzer şekilde bitti ana karakter için, hemen hemen yani. 

Dizinin devamının çekilmemiş olmasına çok üzülüyordum ama iyi ki çekilmemiş de ikinci kitabı gözümün önüne diziden flashbackler gelmeden ve karşılaştırma yapmadan okuyabileceğim.

09 Ekim 2020

Market alışverişim geldi

Siparişim gelince yazacağımı söylemiştim ve yazıyorum. 

Teslim saati 16:00-17:00 arasıydı, 15:42'de bildirim geldi yola çıktı diye. Bende hazırlandım bekledim ama sanırım yola çıkıp herkesi geze geze geliyor çünkü 1 saat bekledim. Saat 16:50 gibi geldi. Bir daha sipariş verirsem bildirimi görür görmez camda beklemeye başlamayacağım...

4 poşet yapmışlardı, biliyordum zaten sepette poşetlere de 0,25 kuruş kesmişlerdi çünkü. Çok güzel poşetlenmiş, temizlik malzemeleri bir yerde, hazır gıdalar bir yerde falan. Son kullanım tarihlerine de baya vardı. Sadece atıştırmalık hindistan cevizi parçaları almıştım ondaki parçaların iç kısmı ekşimsi kokuyordu ama zamanı geçmemiş, 3 gün önce paketlenmiş 4 gün sonra da son kullanma tarihi bitiyor. Galiba sıcak yerde falan kaldı bilemiyorum. Yenemicek gibi değil ama bir ekşimsilik de yok değil. Belki de normal halidir, ilk defa alıyorum böyle. Genelde tam haliyle alıp biz parçalardık çünkü. Gerçi tam haliyle aldıklarımızda da orta kısmı bozulmaya başlamış olabiliyordu.

Onun dışında hepsi güzeldi. Elma sirkesi almıştım, cam şişedeymiş o ekstra hoşuma gitti. 

Teslimat yapıldıktan sonra uygulamada anasayfaya değerlendirme linki geldi. Daha sonra da bahşiş verme sayfası açıldı, bahşiş vermek istersek kredi kartımızdan çekilip getiren kişini hesabına aktarılıyor. 

İkinci sipariş için 20 tl kuponu göremedim. Henüz gelmedi belki de, eğer gelirse bu yazıyı güncellerim. 

Sanal marketlerden alışveriş yapmak

İki gündür markete gitmem lazım ama gidemiyorum. Üşeniyorum. Alacak bir sürü şey var, gitsem bir sürü poşetle çıkıcam eve kadar nasıl taşıycam, eve gelip tekrar gitsem iki tur yapsam o da çok yorucu. Böyle kara kara düşünürken sanal marketlere bakayım dedim. 

Telefonumda "Getir" ve "Banabi" var ama en popüler ve uygun fiyatlısı hangisi diye internetten topluca bi araştırdım. İstegelsin motorunu bir kere işyerinin önünde görmüştüm, yeni galiba diye güvenmemiştim. İnternetten okuduğum analiz yazısına göre en uygun fiyatlısı buymuş. Ben de hemen indirdim uygulamayı ve not defterime yazdığım alışveriş listemi tamamladım. (Getir ve Banabi ile arada fiyat kıyaslaması da yaptım ve burası daha uygundu). Alışverişi tamamlayıp ödemeyi de yaptıktan sonra anasayfaya döndüğümde "Hopililere 30 tl indirim" kampanyasını gördüm. İlk alışverişte, 175 TL ve üzeri siparişte 30 TL indirim kuponu veriyormuş. Hemen siparişi iptal ettim, Hopi'yi indirdim. İstegelsin kodunu aldım, tekrar siparişi yenilerken kodu da yazdım kutucuğa ve 30 tl indirimli ödeme yaparak bitirdim işlemi.

Sabahın 10'unda verdim siparişi. Teslim zamanı olarak 16:00-17:00 arasını seçebildim çünkü önceki saatler doluymuş. Az önce baktığımda 16:00-17:00'nin de dolmuş olduğunu gördüm. Daha saat 12 olmadı. Çok geç vermemek gerekiyor galiba.

Eğer kullanacaksanız mutlaka hopi kodu ile kullanın. Ama son kullanım tarihi 31 Ekim 2020'ymiş, aklınızda olsun.

İlk siparişim teslim edildiğinde telefonuma sadece 2.siparişte kullanılabilen 20TL indirim kodu gönderilecekmiş.

Şu anlık işleyiş güzel gibi ama bakalım elime zamanında ulaşacak mı, ürünler sağlam mı, son kullanma tarihleri iyi mi vs onları da yazarım.

08 Ekim 2020

İstanbul için dolu uyarısı

Bugün ve yarın için bir kaç ilde dolu ve hortum uyarısı yapılmış. Hiç tv, haber izlemediğim ve netten de haber sitesi vs takip etmediğim için haberim yoktu. Bugün annem söyledi. Hava da baya kapalıydı, akşama doğru baya bastırdı yağmur. Büyük büyük yağdı. Baya şimşek çaktı, yağdı falan ama doluya çevirmeden bitti. Geçen hafta mı neydi bir gün yine böyle büyük yağmur yağıp doluya çevirmişti ama o malum tarihteki kadar büyük dolu yağmamıştı.

Bugün camdan baktım, evin önünde sadece 1 araba var, normalde park edilecek yer bulunmaz. O araba da halılar kilimler bağlamış üstüne. Babam işyerinde otoparkta yer bulamamış herkes oraya götürmüş arabayı. Ortaya bırakmış yer bulamayanlar, çıkmaları gerekirse anons edip çağırıyorlarmış.

Trafik de yoktu dışarda bugün. Normalde yağmurlu hava en temel trafik sebebidir, kilitlenir her yer. Ama dışarıdaki araba sayısı baya azdı. 

Eğer ki 27 Temmuz 2017'deki dolu felaketini yaşamamış olsaydık, sonraki günlerde trafikte Tofaş'ından Porsche'sine kaportası patates tarlasına dönmüş arabaları görmemiş olsaydık bu kadar korkmazdık tabi. O gün bizimkiler İstanbul'da değildi, bizim çatı bile parçalanmıştı. Babam bir ton masraf ile o çatıyı yeniden yaptırmak zorunda kaldı. Telefonda anlattığımda inanamamıştı.

O dolu yağmamış olsa kimse araba göçertecek bir şey yağmasını beklemezdi. Bir dolu ne kadar büyük olabilir ki derdi herkes. Şimdi dolu diyince halılar seriliyor hemen arabalara... Hayat neler öğretiyor.

Online eğitim

Annemler birkaç günlüğüne şehir dışına çıkacaktı. Beni de kardeşimin yanında durayım diye eve çağırdılar. Onlar yokken orada kaldım. Kardeşim lise öğrencisi. 

Onunlayken durumun vehametini fark ettim. Bu çocuklar ekran karşısında çürüyor...

Sabah 11de başlıyor dersler, 3te öğle arası yarım saat, sonra akşam 6ya kadar devam ediyor yine. Çocuk sabah kalkıyor, kahvaltı yapıp pc başına geçiyor. Dersler arası 10 dakika ara oluyor ama kalkıp evde biraz yürüse biraz yanımıza otursa bitiveriyor o süre. Çoğu zaman kalkmamayı, arkadaşlarıyla online oyun oynamayı tercih ediyor. Hak veriyorum. Okulda olsa tenefüslerde birlikte oynayacaklardı...

Üzüldüm bu durumunlarına. Resmen esaret. Yoklama alınıyor, hoca soru soruyor diye başından da kalkamıyorlar... Akşam 6ya kadar kafa kalmıyor zaten 6dan sonra da ne yapacak.

Okulda olsaydı en azından sıra arkadaşıyla, yakındaki arkadaşlarıyla arada göz kontağı kurup mimiklerle anlaşmak bile bir şeydir. Bu kadar sanallıktan iyidir. Teneffüslerde merdivenlerden inip bahçede koşturmak, enerji atmak varken burada ara verilince de arkadaşla online görüşebiliyorlar sadece.

Bir gün iki gün değil haftanın beş günü böyle.

Bilgisayar başında zaman geçirmeyi ben de severim ama bu iş mecburiyet olunca hiç sevmem. Bir zamanlar online bir işim vardı, nefret ediyordum. Bir kaç ay anca durabildim zaten istifa etmiştim...

İlk defa kardeşimin ağzından "okulu özledim" lafını duydum.

Keşke bir an önce eskiye dönebilsek ya...

Kitap alışverişim


BKM kitaptan sipariş verip iki hafta siparişin hazırlanmasını bekleyip, sonunda "ellerinde yok demek ki" diyerek iptal ettiğim kitapları bu sefer İdefix'ten sipariş ettim ve 3 iş gününde geldi.

İstediğim kitaplara ulaşmış olmamın sevincini paketlemedeki özensizlik biraz gölgelese de çok uzun sürmedi. 

Plak kutusuna koymuşlardı, kitaplar hiçbir şekilde korunmamıştı, poşete vs sarılmamıştı. Bir tanesi lekelenmişti ama neyseki kolonyayla temizleyince çıktı. Bez kitaplarda özenin daha fazla olması gerektiğini düşünüyorum, biraz şaşırdım bu duruma. Ben yanına ek olarak bir ufak hediye ayraç falan bekliyordum ama kitapların sağlam gelmesine de şükretmek gerek.

Netflix'teki Anne with an E hayranlığımı anlatmıştım. Üstteki iki kitap o dizinin kitapları. Birinci kitaba hemen başlayıp 170 sayfa okudum bile. Kitaplar gelene kadar beni idare etsin diye okumaya çalıştığım "senden önce ben" kitabını ise öksüz gibi kenarda bıraktım. Bu kitap çok sevilmemiş miydi? Neden akmadı anlamadım. Kitaplar gelene kadar bitiririm sanıyordum ama çok içine giremedim kitabın. Belki de ikinci yarısında daha iyi olan kitaplardandır bilemiyorum... Şimdilik beklemede.

Şimdi de kardeşim Gülseren Budayıcıoğlu'nun kitaplarını alalım diyor. Diziler sayesinde hep çok satanlarda zaten kitapları. Belki alırız, bakalım.

Ha bu arada Jane Eyre'i de Anne'nin favori kitabı olduğu için aldım. "Demek ki bu konuyla çok benziyor, o zaman kesin onu da severim" diyerek. Canım Anne yaa, çok seviyorum. 

04 Ekim 2020

İstanbul'un göbeğinde 6.katta Evde akrep çıktı

Ayyh hala elim ayağım titriyor. Gözüm kararıp duruyor bayılcam neredeyse.

Evde masamda oturmuş sakin sakin video izliyordum. Ufak bir sinek gözümün önünde uçmaya başladı. Üflüyorum gitmiyor, elimi sallıyorum yok. Sonra gitti gibi oldu, kolum kaşındı, sinek mi ısırdı acaba bu sinekler ısırır mı ki diye şöyle bir soluma dönüp koluma bakmamla tam bakış hizamda duran duvar dibindeki akrebi fark etmem bir oldu. Dondum kaldım. Şok geçirdim resmen. Ne yapacağımı bilemedim. Hemen fotoğrafını çekip annemlere atmayı düşündüm, gelsinler diye. Fotoğraf çekecekken hareket etmeye başladı. Diğer köşeye kadar yürüdü. Ben de video çekip attım. 

Yürürken kıskaçlarını açıp kapatıyor, balıklama yüzüyormuş gibi gidiyordu. Çok değişik hayvan. Hızlı gidiyormuş, ben daha yavaş hareket eder sanıyordum. Çok aşırı hızlı değil ama pıtı pıtı pıtı dümdüz ilerledi baya. Napcam napcam derken babam yetişti neyse ki. O gelmeden bir eşyanın altına saklanır bulamayız diye korktum ama öyle olmadı şükür. 

Normalde hayvanların her türlüsünü öldürmemeye çalışırım ama bunu da alıp dışarı atamazdık, başkasının balkonuna düşse evine girse napcaz. Öldürdük mecbur.

Off nasıl uyuycam bu gece ya. İnşallah başka yoktur dicem ama annesi de vardır eşi de vardır diyorlar internette, bir tane çıktıysa yalnız değildir diyorlar falan... yazın başında evin kuytu bir yerinde daha ufağını ölmüş halde bulmuştum. Biraz artmış olabilirler diye korkuyorum. Bu da çok büyük değildi, çok küçük de değildi ama daha büyük oluyormuş yetişkin akrepler. Avuç içimin yarısı kadardı. 

Ne yapabilirim uzaklaştırmak için bilen var mı?

Bilgisayardan gelen çıtırtıya bile irkiliyorum. Her yerim kaşınıyor, başıma ağrı girdi. Bir akrep ne hale soktu akşamımı ya :S

Anlık

Çıkmadan önce ana sayfama baktım da, 90 yayın paylaşmışım. 

Bununla birlikte 91 oldu :) Ama ziyaret sayısı çok düşük, bayadır buralara uğramıyordum onun etkisi büyük ama hala daha yeni sayılır olmam da etkili tabi. Daha fazla zaman geçirdikçe sayı artacaktır...

Yorum sayısı da 500'ü geçmiş, ama ben her yoruma cevap verdiğim için bunun yarısını almak lazım tabi. O zaman bile her yazıya birden fazla yorum düşüyor. İyi gidiyorum sanki ya, fena değil.

Ayrıca takipçi sayısı 33. 33 sayısı çok özel bir sayıdır. Mitolojide, astrolojide, felsefede, dinde, her yerde özel bir anlamı çıkıyor illa ki. 

Agresyon


Asla susmayan whatsapp gruplarımdan çıt çıkmamasından da belli ki herkes kendi haline düşmüş durumda. İki gündür "acaba internetimde mi sorun var, mesajlar bana düşmüyor olabilir mi" diye kontrol etme ihtiyacı duymaya başladım.

Benim de çok bir şey yazasım yok yani bende de aynı durum var aslında. Sanki böyle ağzımı açsam kıyamet koparmış gibi bir his. Cümlelerin sonu nereye çıkar hiç kestiremiyorum. Risk almamak daha iyi geliyor. Her şey bozulmaya bahane arıyor gibi zaten.

Mesela iki gündür kardeşime eski hislerim tekrar ortaya çıkmaya başladı. Kıskançlık, sevmemek, tahammül edememe, varlığının batması gibi...Ne yapsa yanlış anlıyorum, farklı bir mesaj veriyor sanıyorum. Dilimi tutuyorum ama içim içimi yiyor. Uzak kalmak tek çözüm oluyor ben de mümkün olduğunca uzak kalıyorum.

Bazen kardeşlerimin beni kullandığını sanıyorum. Küçüğü daha değil de, büyüğü duygusal olarak sömürüyor beni bazen. Bir şeye kafası bozuluyor mesela bana anlatıyor anlatıyor, sakinleştirmeye çalışıyorum ama olmuyor hala şikayet etmeye devam ediyor. Ya da kabul ediyor dediklerimi ve susuyor, sonra başka bir şey için tekrar mızmızlanmaya başlıyor... Mesela geçen gün bir yere gitmesi gerekiyordu ama hiç gitmek istemiyordu, ben de istemiyorsa kendisini zorlamamasını zaten corona varken gitmese daha iyi olacağını söyledim hak verdi. Sonra arkadaşı gitmeleri gerektiğini bir sebeple söylemiş, o sebep geçerli bir sebep, gitmeleri gerek evet. O yüzden plan değişti çıktı evden. Duraktan mesajlar atıyor bana otobüs gelmiyor napıcam of geç kalıcam şimdiye orda olmam lazımdı falan. Arkadaşların neden gitmeniz gerektiğini geç açıkladı bu onların sorunu, bekleyecekler diyorum. Arkadaşları arayıp konuşunca onlara her şeyde olur diyor sonra bana dönüp napıcam şimdi diyor. Mesela arkadaşları biz geçiyoruz demiş, o da tamam siz bilirsiniz demiş, sonra bana hiçbir anlamı kalmadı gitmemin diye sızlanmaya başladı. Eve geri mi gelsem falan diyor. Ya o zaman arkadaşlarına hayır beni bekleyin desene. Arkadaşlık ne için var? Birbirinize nazınız geçecek tabi. Bana geç açıklama yaptınız bekleyin diyeceksin, madem bir süpriz yapacağız hep beraber çıktık bu yola birlikte gideceğiz diyeceksin. O bana hayıflandıkça ben evde deli oldum. Neredeyse arkadaşlarını arayıp nasıl arkadaşsınız beklesenize kızı diye fırça çekecektim yani.

Neyse sonra bir şekilde gidilecek yere vardı, herkes gelmiş ben sonradan geldim çok saçma oldu falan diye yazdı bu sefer. Bir kaç saat ses çıkmadı çünkü yazacak bir sızlanma konusu yoktu muhtemelen ve saatler sonra mesaj attı otobüs durağındayım hiçbir otobüs gelmiyor of napıcam ya neden bugün böyle falan yine bir sürü sızlanma... Artık sadece "hmm hadi ya tüh" dedim uzatmadım. "neyse birisi aldı bindim" diye yazdı bu sefer. Bir şey yazmadım. Gerçekten enerjim tükendi çünkü. Sonra eve gelmiş haberim yok (ben ayrı dairedeyim). Babam çağırdı gelsene bir şey vereceğim diye, bir gittim evde oturuyor. O an kendimi kullanılmış hissettim. "her şeyi yazıyordun da eve geldiğini haber veremedin mi" dedim. Yeni geldim daha yeni oturdum falan dedi ama yani üstünü başını değiştirmiş bir haber vermek zor değil. Bekledim belki "kusura bakma seni de çok sıkıştırdım" der diye ama hiç oralı olmadı. Ben de "gün boyu stresten çatladım mesajların yüzünden" dedim. Ağlamaya başladı. O kadar çabuk ağlıyor ki bu huyuna da uyuz oluyorum. Özellikle de bir konuda haksızsa, kendini savunacak bir cümle bulamıyorsa kabul etmesi gerekiyorsa hemen ağlamaya ve bazen ağlamakla birlikte sesini yükseltmeye başlıyor.

Astroloji danışmanlığı aldığımda bana insanların dertlerini çok dinlememem gerektiğini söylemişti astrolog. Çünkü onlar sana içini dökerken senden gidiyor. Onlar zehrini boşaltıyor ama sen güçsüz kalıyorsun, modun düşüyor, enerjin düşüyor ne oldu bana diyorsun, demişti. Onları iyi hissettiricem diye kendi enerjimi akıtıyorum bana bir şey kalmıyor. Ya kulaklarımı tıkayıp uzaklaşmam lazım ya da içselleştirmemeyi öğrenmeliyim. 

En çok annem ve kardeşimde oluyor bu. Dert anlatmayı, bir de felaket gibi anlatmayı o kadar iyi beceriyorlar ki. Bir anda telaşlanıyorum napıcam nasıl sakinleştiricem oluyorum. Annem zaten ben bebekken de sürekli benle konuşurken dertlerini anlatırmış. Nasılsa bebek, anlamıyor diye düşündü herhalde. Konuşabilsem sus artık yeter derdim de, bilinçaltıma girmiştir hepsi kesin.

Neyse böyle işte, içimi dökesim geldi çok. 

Kendimi enerji vampirlerinden korumayı ne zaman tam olarak öğreneceğim acaba...

03 Ekim 2020

Kırmızı Oda dizisi


Binnur Kaya'nın ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu herkes biliyor. O yüzden bu dizide de rolünü çok konuşturacağını daha ilk dizi tanıtımlarını gördüğümde biliyordum ama diziyi bir kişiye yükleyecekler gerisi vasat olacak diye düşünüyordum. Öyle olmadı, her bir oyuncu ayrı başarılı. Hatta bence Binnur Kaya'dan daha başarılı. 

Dizilere karşı genel bir önyargım var sanırım. Çok fazla reklamı oynatıldı daha dizi başlamadan önce. Amma da abarttılar diye düşündüm hep. Bu kadar gözümüze soktuklarına göre alıcısı olmayacak diye korkuyorlar herhalde diye de düşündüm. Bu diziyi de Masumlar Apartmanı gibi inatla izlemedim önce. Sonra baktım herkes bundan bahsediyor, öve öve bitiremiyor, annem kardeşim izle diye baskı yapıyor, izledim ben de.

Binnur Kaya evet çok iyi bir oyuncu ama bir psikiyatrist rolüne göre fazla anaç oynuyor bence. Sarışın kıvırcık doktor daha psikiyatrist gibi mesela. Binnur Kaya'nın mimikleri, Meliha'ya gün arkadaşıymış gibi davranması çok olmamış sanki. Kitapta nasıl anlatılıyor bilmiyorum ama daha mesafeli durmalı bence.

"Beni de ağlatacaksın" diyor mesela, hastaya bu söylenir mi?

Ben mesela bir ayrılık travmasında psikiyariste gitmiştim, ben anlattıkça adamın gözleri doluyordu ama konuşurken sesinde en ufak bir titreme yoktu. Gözleri dolduğu gibi hemen normale dönüyordu, kendisini toparlamayı çok iyi beceriyordu. Ben gözlerinin dolduğunu fark edince içimden "bu kadar mı acınası haldeyim, doktorun bile gözlerini dolduracak kadar travmatik demek ki durumum" diye düşünmüştüm mesela. Bunu hastaya düşündürtmek ne kadar riskli bir durum, oradan çıkıp "doktor bile dayanamıyor ben nasıl dayanayım" diye hayattından vaz geçmeye kadar gidebilir yani. Ama hemen kendini toparlayınca ve konuşurkenki ses tonu çok ciddi, mesafeli çıkınca "bana öyle gelmiş olmalı" diye düşünüp biraz rahatlamıştım. İşte size en gerçek örnek benim. 

Dizinin tek tutmadığım yanı bu. 

Hastaların hikayeleri çok etkileyici. Herkes kendine pay çıkarabiliyor, farklı farklı vakalar geliyor. Buna sadece dizi deyip geçmek olmaz, baya ciddi bir proje bu. İnsanları düşündüren ve dönüştürebilecek bir proje. En önemlisi de psikoloğa/psikiyatriste gitmenin deli işi olmadığını, herkesin gidebileceğini gösteriyor. Konuşmak, fikir almak, destek almak çok olağan bir şey. Gidersem ne konuşacağım ki diyenler için de cesaret verebilir.

Masumlar Apartmanı dizisi

Televizyon dizileriyle hiç aram yoktur. Zaten neredeyse hiç televizyon izlemem, ayda yılda bir. Bazen denk gelir, açıkken ben de izlerken biri hoşuma gider bir iki bölüm takip ederim sonra sıkılır bırakırım. 

Bu diziyi çok duydum ama inatla başlamak istemedim. Neden bilmiyorum, itti beni sanki. Takıntılı karakter görmek istemedim belki de. Ama üst üste tavsiye edilince artık bir şans vermek istedim. 3 bölümü iki günde bitirdim. Baya iyiydi. Ezgi Mola rolünün hakkını çok güzel vermiş. Zaten o kadının bir alaturka havası var. Klasik Türk dizilerine çok yakışıyor.

İzledikçe herkeste ayrı bir takıntı göze çarpmaya başlıyor. Dizi baya ilginç.

Erkek kardeşlerinin adı neydi, he Han, tam böyle rüya gibi bir aşk tablosu seyrettiriyor ama çok tehlikeli geliyor bana. 

Eskiden benim de böyle bir sevgilim olmuştu. Öl desem ölecek gibiydi, bir yerden sonra kendi hayatımdan verdiğini fark ettim. Çok hastalıklı bir bağlanma şekli bu, ve kızın hoşuna gidiyor kopamıyor ama nasıl bir girdaba kapıldığının farkında değil bence.

Bana kendi hayatımı da hatırlattığı için özellikle bu ikilinin durumu ne olacak merak ediyorum. Ama %90 kötüye dönecek diye düşünüyorum. Yaşanmış bir hayat hikayesi olduğu için, umarım tahmin ettiğim gibi olmaz.

Gülseren Budayıcıoğlu ne kadar popüler oldu bu yıl. Kitabından uyarlanan ilk dizisi bunlar kadar tutmamıştı. Onu bugün açıp izledim biraz, yarısında kapattım yine. Sarmıyor bunlar kadar, sıkıyor. O dizi çok olmadı nedense(Doğduğun ev kaderindir). Ama hem kırmızı oda hem de masumlar apartmanı baya iyi gidiyor şu an.

Masumlar Apartmanı Salı günleri yayınlanıyormuş, benim de Salı akşamları hep dersim var. Gerçi Tv'den izlemeyi sevmiyorum. Yalnız izlemek daha güzel. Youtube'da hem reklam çıkmıyor (premium var) hem de istediğim gibi sarıyorum. Çok müzikli boş sahneleri hızlı geçiyorum ya da karakter repliğini ağzında yuvarlayıp söylediyse ne dedi diye geri alıp tekrar dinliyorum falan :D

İşten çıkarılma



Galiba tekrar işe alınmayacağız. İşyerinde böyle bir söylenti varmış. İşyerinde iyi olan hiçbir söylenti gerçekleşmez ama kötü olanlar hızla gerçekleşir böyle bir şey var. Zam yapılacakmış denir yapılmaz ya da kuş kadar, şaka gibi bir şey yapılır. Ama mesela izinler iptal olacakmış denir mesai bitimine kalmadan resmi yazısı gelir gibi...
Bana da zaten bir daha dönemezmişim gibi geliyor işe. 6 ay oldu.
Herhalde bu kısa ödenek zamanında işten çıkarmazlar diye umuyorum. Yani bilemiyorum çıkardıkları da olmuş gerçi ama ne diyerek çıkardılar bilmiyorum. İşten çıkarırlarsa tazminat öderler diyeceğim ama çıkarılanların tazminatlarını almak için hendekten deve atlatmaya çalıştıklarını da biliyorum. Allah sonumuzu hayretsin. 

Ekim


Nasılsınız? Baş ağrılarınız nasıl? Dilinizi tutma konusunda çok zorlanıyor musunuz? Ben de. Benim de başım çatlıyor. Tahammül etmekte zorlanıyorum ben de.

Dolunay sertti bu ay. Çok etkiledi. Kendimi tutmasam kavga çıkaracağım yani. Susup sakinleştirmeye çalışıyorum kendimi sürekli. Uzun zamandır bu kadar gergin hissetmemiştim. Ama her şey gibi bu da geçecek tabi.

Kitap okuma durumlarınız nasıl? Ben hala okuyamıyorum. Çok severek izlediğimi söylediğim "Anne with an E"nin kitabını sipariş ettim. Kitabın adı Yeşilin Kızı Anne, iki cilt. Kitap iki haftadır temin ediliyor aşamasında. Ellerinde yok sanırım. Ben de inatla bekledim çünkü diğer sitelerde ellerinde yok diye satışı kapatmışlardı, buraya güvenip alayım dedim ellerinde var sanıp, olmadı. İptal edeceğim sanırım Trendyoldan alırım belki, ama orda da 10 lira kargo koyuyorlar, sinir oluyorum. Bir de ya yine aynı şey olursa, ellerinde yoksa ama var gösteriyorlarsa...

22 Eylül 2020

The Social Dilemma / Sosyal İkilem

Taze bitirip geldiğim bir belgesel, Sosyal İkilem. 

Açıkçası biraz dünyaya dönmüş gibi hissediyorum.

Bir çoğumuz gibi ben de, özellikle pandemi süresince, telefona bağımlı hale gelenlerdenim. 

İşe gitmeye devam eden arkadaşlarım "sen şimdi bir sürü kitap bitirmişsin" diyorlar ama işin özü 4 kitap anca bitirebildim. Bir o kadar da yarım bıraktığım var. 

5 ayda 4 kitap... Eve kapanmadan önceki bir ayda 4 kitap okumuştum oysa. 

Son zamanlarda kitaplardan iyice koptuğumu hissetmeye başladım, artık telefon, netflix daha çekici geliyor özellikle bu bir kaç haftadır...

Bir yandan da içim huzursuz, bir şeyler izleyeyim diye açıyorum ekranı ama vicdan azabı çekiyorum bir yandan. Ağır şeyler izlemek istemiyorum hafif şeyler de vakit kaybı geliyor... Kitap okusam diyorum, kütüphanenin başına geçiyorum, Kitaplarımın %80'i, belki de 90'ı hep bilimsel, felsefi, psikolojik araştırma kitapları. Onları okumayı kaldıracak kadar güçlü hissetmiyorum, geçiyorum, ama roman okumak da iyi gelmeyecek gibi geliyor. Başka hayatlara girmek, kitabın dünyasına karışmaya cesaret bulamıyorum. 

Neyse çok uzattım. 

Bu belgeseli izleyince beni kitaplardan uzaklaştıran önemli etkenlerden birinin bu telefon uygulamaları olduğunu fark ettim. 

Siz de kendinizi bağımlı gibi hissediyorsanız mutlaka izleyin. Çocuklarınız böyleyse izletin. Hatta ara ara ipin ucunu kaçırdıkça açılıp izlenilesi, hatırlatıcı güzel bir belgesel.

İzleyelim ve hayata dönelim...

Şimdi biraz telefonumdaki uygulamaları temizlemeye gidiyorum.

20 Eylül 2020

Kapalı bir hava, sakin bir pazar günü

Bugün biraz normal hayata karıştım.

Sabah kardeşimin sınavı vardı. Ben de onunla gittim. Sınavdan sonra önce avm'ye gittik. Hava baya soğuk ve kapalıydı çünkü. Sıcak ve büyük bir yere girmek istedik. 

Pandemi başladığından beri İstanbul'da ilk defa bir avm'ye gittim. Lavabo-WC'lerin girişine içeride 4 kişiden fazla olmamalıdır diye uyarı levhası asılmış. Ayrıca tuvalet kabinlerini de bir kapalı bir açık yapmışlar. Yani yan yana olan iki kabin birden kullanılamıyor. Birisinin kapısında pandemiden dolayı kullanım dışıdır yazıyor.

Avm'nin içindeyken de ara ara anons yapılıyordu "3 saatten fazla kalmamanızı rica ederiz" gibi bir şeyler... Önceden ne kadar müşteri o kadar iyiydi, şimdi ise direkt kapı gösteriliyor.

Neyse biz bir şeyler yiyip çıktık zaten. Kadıköy rıhtıma indik sonra. Yürüdük baya. Starbucks'a girdik, peşimizden bir sürü kişi daha girdi o yüzden ateş ölçen görevli kapıda durup bir süre girişi engelledi. Dışarıda da bir kuyruk oluştu.

Kahvelerimizi, tatlımızı alıp yukarı balkona çıktık. Son geldiğimde sadece masalar vardı diye hatırlıyorum, bu sefer duvar diplerine vapur dışındaki yerler gibi uzun tahta oturmalık kısımlar yapılmış. Balkon dediğim ince koridor şeklindeki açık alanda da hemen duvar dibine uzun tahtadan oturmalık yer yapılmış ve tek kişi oturacak kadar kısmı bırakıp tahtanın üzerine yuvarlak mini masalar koymuşlar. İki insan yanyana oturamıyor yani. Bir boşluk bir masa şeklinde uzanıyor duvar boyunca ama masa da o oturma kısmına monteli. Keşke fotosunu çekseymişim anlatmak zormuş, ama anlamışsınızdır :)

Orası bize o kadar iyi geldi ki. Serin havayı içimize çekip, sohbet edip, sıcak kahvelerimizi yudumladık. Aşağıdan geçen marjinal kişiler hakkında yorum da yapmadan edemedik :) "aaa kızın saçının rengine bak pespembe", "adamın elindeki yeşil şey neydi", "anketörler artık tabletle yapıyor anketi" vs :)) Karşıdan karşıya geçen kalabalıklar, iskeleden kalkan vapur, arada bir esen rüzgar... 

Sonra kalktık eve geldik. Ve ben az önce yine Anne'i açtım :)

Bu diziye fena taktım sanırım. Başka bir şey izlemek için açıyorum, geziyorum, bakıyorum, yok. Ondan daha fazla ilgimi çeken bir şey bulamıyorum. Bana kendimi en iyi hissettirecek şeyin o olduğu besbelli. Yine onu açıyorum. Sanırım beni en çok etkileyen şey Anne'in güçlülüğü. Yaşadığı onca şeye rağmen güçlü duruşu, yıkılmayışı, içine kapanmayışı. Kim ne düşünür diye düşünmüyor, doğru olduğunu biliyorsa yapıyor. Elindekinin kıymetini biliyor. Hata yapınca düzeltmek için çabalıyor. Fırsat çıktıysa değerlendiriyor. Galiba Anne'den öğrenecek çok şeyim var.

19 Eylül 2020

Hepsi geçecek

Bu hafta çok sıkıntılı geçiyor benim için. Bir şey olduğundan değil ama içim çok daralıyor. Çok düşünüyorum, çok soru birikiyor zihnimde ve kaçamıyorum da.

Mutfağı badana yaptım. Kendim, tek başıma, iki kat boyadım. Güzel oldu. Sonra perde diktim, elimle. Mutfağın küçük camına. Makinem var ama elimle yapmak istedim. Ellerim, parmaklarım bir şeyler işlemek zorunda gibi hissediyorum. Elimdeki fazla enerji yükünü atmak ister gibi...

Dün işte uzuuun bir yazı yazdım içimi döktüm, zihnimdeki soruları biraz somutlaştırmak yani yazıya dökmek istedim. Ama çok rahatlatmadı, dışarı attım kendimi biraz yürüdüm. O da çok fark yaratmadı. "Anne with an E"yi tekrar başlattım, ama bu sefer altyazısız. Sahneleri hiçbir engelleyici olmadan, içimde yaşayarak izlemek istedim. O iyi geldi biraz, ruhum dinlendi.

Bugün yine sanki bir şeyler oluyormuş da olamıyormuş hissi, bi olaylar oluyor ama algılayamıyorum hissi ile aslında sus pus görünürken içimdeki o yüksek gürültü canımı sıktı. Anneme yardım ettim hazırladığı kışlıklar için. "Bu aralar neden var olduğumuzu çok düşünüyorum, hep bunu soruyorum kendime" dedim. "Merak etme geçecek bu dönem de, normal hayatımıza döneceğiz" dedi. Bunun düşüncesi bile rahatlattı.

Akşamüzeri yine dışarı çıktım. Bugün hava biraz serinlemiş. Kalabalık olmayan yerlerde maskemi açtım, serin havayı içime çektim. Oh çok iyi geldi, biraz canlandım. Sonra maskeyi geri taktım ve hiç dışarı çıkmamış gibi oldum yeniden...

Bazen nefes darlığı yaşıyormuşum gibi geliyor, sonra fark ediyorum ki nefes almıyormuşum. Bilmeden çok nefesimi tutuyorum bu aralar. Derin nefes alıp veriyorum bir süre, nefes almadığımı fark edince.

Çok karışık oldu ama bendeki durumları buraya yazmak istedim. 

Dünkü yazıdaki gibi varoluş sancılarımı da defter tutup oraya yazmaya karar verdim. Kimsenin zihnini de durduk yere bulandırmaya gerek yok şimdi. Aklı karışık biri denk gelir, okur, hayatı iyice karışır falan. Bir şekilde bu hayatın içindeyiz ve yaşamamız gerek, durum bundan ibaret. Huzur, dinginlik istiyorsak o yüce güce yöneliriz, ibadet ederiz, sakinleşiriz ve yaşamaya devam ederiz...

Ama aradan kaçar da yine burada varoluş sancısı çekiyor olursam da şaşırmayın, olabilir.

18 Eylül 2020

Varoluşsal sancılar


Baya bir süredir zihnimi kurcalıyor, bulduğum cevaplar tatmin etmiyor. Düşündükçe çoğalıyor sanki... Neden varız? Bu evren, dünya, yaşam, insanlar ve tüm her şey neden var?

Hayattaki amacımız ne? 

Yarası olmayan tek bir insan yok... Bazen bizden daha derin yarası olan insanlar görüp “benimki de dert mi... üzüldüğüm şeye bak. Bu adam/kadın buna rağmen ayakta kalabiliyorsa benim hayli hayli kalmam gerekir” diyoruz, kendimizden daha zor durumda olanları görüp halimize şükrediyoruz. Bazen de bizden daha iyi durumda olan insanları görüyoruz, bize de nasip olsun diye dua ediyoruz ya da “onda olup bende olmamasının nedeni ne? Ben nerede hata yaptım” diyebiliyoruz. Ya da sadece o kişi adına mutlu oluyoruz  

Peki hayat bu mu? Kendinden kötüyü görüp haline şükret, kendinden iyiyi görüp onun için mutlu ol ve kendine hedefler koy. Ne için? Sayılı günlerimizin olduğu bu hayatta meşgale bulup zamanı doldurmak için mi?

Bu kadar kötülüğün içinde, bu kürede hapsolmuş halde yaşıyoruz. Neden bu kadar duygu var? Üzülüyoruz, korkuyoruz, endişeleniyoruz, acı çekiyoruz. Mutlu da oluyoruz ama sonra mutsuz da oluyoruz. Bu kadar fazla duyguya neden gerek var? Başkalarının acısını içimizde hissedip kendi acımızmış gibi kıvranabilecek kadar hassasız. Neden?

Aşk? Allah kainatı peygamber efendimizin aşkına yaratmış deniyor. Her şeyi aşk üzerine yaratmış. O zaman en güçlü duygu aşk. O zaman aslında soruların anahtarı da aşkta. Peki hayatında hiç aşkı tadamadan göçüp gidenler? Aşk acısı çekenler, kavuşamayınca başkasıyla hayatını paylaşanlar? Birine aşık olup, karşılık bulup o kişiyle hayatını birleştiren kaç kişi var ki? Sadece karşı cins olarak düşünmeyelim. Çok güçlü bir sevgi duygusu diyelim. Yani arkadaş, anne, baba, kardeş, evlat kim olursa olsun içinde ona karşı büyük bir sevgi hissettiğin kişi. Hayatında böyle bir kişi olmaya da bilir. Sevmeyi beceremiyor olabiliriz, sevilmeyi haketmediğimize inanmış olabiliriz. Hayatın bir yerinde, sevgiyle alakalı büyük bir yara almış ve bu duyguyu artık yitirmiş olabiliriz. Tüm ömür sevgisiz geçebilir. Yok mu sanki böyle hayatlar?

Bu kadar eşitsizlik çok fazla geliyor bana. Acıyla yoğrulmuş, sevgiyi hiç görmemiş hayatların olması... daha da sorgulatıyor varoluşumuzdaki amacı. 

Belki de şöyledir diye düşünüyorum bazen: Allah Hz.Adem’i çamurdan yarattı. Çamur, topraktan olur. Toprak da Dünya’da. O zaman dünyanın toprağından yarattı diyelim mesela. Sonra onu cennete koydu, ama cennete uymayacak hareketler gördü Adem’de ve hamurundaki cennete uyum sağlamayan şeylerin dünyada kalması için onu dünyaya gönderdi. Ona iyi gelmeyen ve hamurunda olmaması gereken ne varsa onu bırakması gerektiğini fark etmesi için sürekli imtihana tabi tuttu. Ta ki acılar içini temizleyip lekesiz bir hamur olana kadar. Ve bu nesillerce böyle devam etti. İsteseydi kendisi yok edemez miydi? Ederdi. Neden buna gerek duydu?

Neden bu kadar galaksi var? Yaşam olan tek gezegenin Dünya olma ihtimalinin düşüncesi bile çok komik gelmiyor mu? Milyonlarca başka güneşler başka galaksiler, gezegenler var. Ve içlerinden sadece 1 tanesi mi yaşanabilecek halde. Ya da sadece insanların yaşayabileceği halde... Sadece Dünya mı imtihana tutulan insanların olduğu bir gezegen. Diğer gezegenlerde neler oluyor? Ya sadece yeryüzündeki bakteriler isek? O zaman neden duygularımız var? Neden seviyoruz, küsüyoruz, istiyoruz, dua ediyoruz, isyan ediyoruz, empati kuruyoruz... neden bu kadar çok duygu var? İrademiz var. Diğer gezegenleri merak ediyoruz, araştırıyoruz, bilimde ilerliyoruz. Nereye kadar ilerleyeceğiz? Ne kadarına izin var? Tüm galaksiyi çözebilecek mi insanoğlu? O vakit geldiğinde hepimiz bunu görebilecek miyiz?

Bir dolunaydan, bir yeniaydan, bir tutulmadan bile bu kadar etkileniyor hayatlarımız. Duygularımız altüst oluyor. Sinirleniyoruz, gergin oluyoruz mesela. Sadece bildiğimiz gezegenlerin hareketlerine anlam veriyoruz. Belki de komşu galakside olan gezegen gerilemeleri vesaire de etkiliyordur bizi o zaman. Madem tüm evrenle, kainat ile enerjisel olarak bir bütünüz o zaman o galaksiler de etkiliyor olabilir bizi. 

Acaba diğer galaksiler paralel evrenlerimiz olabilir mi? Her gezegende başka bir ben yaşıyor olabilir mi?

Ben bu sorulara ne zaman cevap bulabileceğim? Ben bu hayatı nasıl daha yaşanır yapabilirim? Düşündükçe her şey hem çok sığ hem de çok karmaşık geliyor. Çok muazzam ötesi bir mekanizma var ve biz bunu öğrendiğimizde müthiş bir hayranlık ve tatmin mi yaşayacağız yoksa sadece ruhumuzun yani enerji alanımızın kiri pası temizlensin diye Dünyaya gönderilen sonra da ebediyete uğurlanacak moleküllerden ibaret miyiz?

Allah bize kendi ruhundan üflediyse, her şeyi o yarattıysa eninde sonunda bizi etrafında toplayıp amacının ne olduğunu, neden bunları yaşadığımızı anlatacaktır diye umut etmekten başka çıkış yolu bulamıyorum şimdilik...

16 Eylül 2020

11 Eylül 2020

Blogger'a her girişimde yeni arayüz ile karşılaşmak

Blogger'a her girişimde yeni arayüz ile karşılaşmak sinirimi bozuyor. Ben eski sürümden vazgeçmek istemiyorum. Sürekli "eski sürüme dön" yapmaktan sıkıldım. Yeni sürümü hiç beğenmedim. Çünkü yorumları takip edemiyorum yeni sürümde ve her şey çok kaba görünüyor, kocaman çerçeveler içindeler... ama mecburen geçirecekler galiba böyle yapa yapa...

Okuldu sınavdı bunlar çok stresli şeyler keşke herkes yeteneği doğrultusunda yaşayabilse

Bir şeye kafan basmıyorsa basmıyordur çok da inatlaşmaya gerek yok. İlle de her şeyi öğrenip, hepsinde başarılı olmak zorunda değilsin. Senin de farklı yeteneklerin olabilir.
Böyle kendimle dertleşirken buldum kendimi bugün. Çünkü Tarih ve Vatandaşlık dersleri baya sinirimi bozmuştu.

2 Ekim'deki Önlisans KPSS'ye hazırlanıyorum. Çok çalıştığım söylenemez, haftada bir iki test çözüyorum işte... Konsantre olamıyorum, derslerin başına geçesim gelmiyor... Sırf, eğer olursa ballı kaymak olur diye giriyorum. Ama bunun için çok fazla çaba sarf ettiğim söylenemez işte. Bıktım sanırım. Ya da kendimden umudum yok.

Türkçe ve Mat başabaş gidiyor genelde, netler olarak. Türkçe beklediğimden düşük geliyor, matematik orta. Coğrafyayı da bir şekilde halledebiliyorum ama tarih ve vatandaşlık kabus gibi.

Bugün bir vatandaşlık denemesi yapayım dedim, 0 doğru 9 yanlış çıktı. Mantıklı geldiği için işaretlediğim tüm sorular yanlış çıktı. Tarihte de emin olmadığım ne varsa yanlış çıktı. Ama bu coğrafyada çok olmuyor mesela, coğrafyada yürüttüğüm mantık doğru olabiliyor. Tarih ve vatandaşlıkta ise kesin emin değilsem, yani %5 falan ikilemde kalmışsam o %95lik eminlik bile bana o soruyu kazandırmıyor.

Herhalde yeteneklerle alakalı bu da diye düşünüyorum. Yani coğrafyaya yeteneğim var ki fikir yürütmelerim beni doğru yola çıkarabiliyor ama vatandaşlık ve tarihe hiç yok demek ki.
Türkçede de neden zorlandığımı çözemiyorum bazen. 30 soruda 15 net olmamalı. En az 23 falan olmalı. Türküm ben ya, Türk tarihiyle büyüdüm, Türk vatandaşıyım, o zaman neden Türkçe tarih vatandaşlık böyle zayıf... En iyi bunlar olması gerekmez miydi?

Lisede bir de Kimya vardı bunlara ek olarak. Bir sınavına artık hiçbir derse çalışmadığım kadar çalışıp yine de sıfır alınca sınıfta ağlamaya başlamıştım, ki ben birinin yanında ölsem ağlayamayan biriydim. Bir de üstüne hocadan azar işitmiştim hem çalışmıyorsunuz hem ağlıyorsunuz diye... Hocamı da hiç sevmezdim, gaddar, suratsız biriydi. Belki de hoca yüzünden Kimya ile barışamamışımdır... Ama yok yok, fizikçiyim ben. Bilirsiniz kişi ya fizikte daha iyidir ya da kimyada... Ama üniversite sınavında ikisinden de sorumlu oluyorduk işte.

KPSS'de de sayısalcının sözeli de iyi yapması, sözelcinin de aynı şekilde sayısalı da iyi yapması gerekiyor ki rakiplere fark atabilsin... Hepsini iyi yapabilenlere plaket verilmeli...

Neyse bari en azından Türkçe, Mat ve Coğrafyaya yoğunlaşayım sadece bu kalan kısa zaman içinde... Ne kurtarsam kardır.

10 Eylül 2020

Domates konservesi


İlk defa, kendime yetecek kadar kışlık konserve yaptım.

Tekrar yapmak istersem elimin altında bulunsun diye buraya da yazmak istiyorum.

2 kiloya yakın domatesten herhalde bir kavanoz kadar çıktı, ben normal büyüklükte kavanoz kullanmadım 3 tane küçük kavanoz kullandım o yüzden tam miktarı bilemiyorum ama büyük kavanozlar için herhalde bir buçuk kavanoz kadar bile yoktur.

Önce kavanozları kapakları ile birlikte 10 dakika kaynattım. Sonra tek tek çıkarıp temiz bir beze ters çevirerek kurumalarını bekledim.

Domateslerin tepesini bıçakla çarpı şeklinde çizerek önce kaynar suya, sonra da buzlu suya atıp çıkardım. Her birinde 15 saniye kadar kaldılar. Sonra elimle kolayca soydum. Küp küp doğradım. Tencereye koyup orta ateşte pişirdim. 1 tatlı kaşığı tuz ve 1 tatlı kaşığı da şeker ekledim.

Biraz kıvam almaya başlayınca 3 diş sarımsağı ince ince doğrayıp ekledim ve biraz da kekik koydum.

Kıvam aldığında ocaktan almadan, kaynarken kavanozlara doldurmaya başladım. Kavanozların kapağını sıkıca kapatıp ters çevirdim ve bir gece öyle beklettim. Sabah herhangi bir sızıntı olan var mı ya da kapağı dışa doğru şişik olan var mı diye kontrol ettim, yoktu. Eğer olsaydı onları buzdolabına koymam gerekecekti.

Son olarak kapaklarını kapatmadan önce zeytinyağı gezdirecektim üzerlerine ama unuttum. Bir dahaki sefere belki.

Sonra zeytinyağlı fasulye yapıp iki tane de fasulye konservesi yaptım. Onlara da bir sızıntı vs olmadı.

Merakla kışın kullanacağım zamanı bekliyorum :)

07 Eylül 2020

İş hayatı


İş yerinden bir bayan arkadaşa bir şey sordum whatsapp'tan, servis arkadaşım olur kendisi. Çok samimi değiliz ama servisteki diğerlerine göre iyiyiz aynı yerden bindiğimiz için. İster istemez bir yakınlık oluyor her sabah her akşam servis beklerken konuşunca vs... Pandemi nedeniyle evde kaldığımdan beri hiç bir iletişimimiz olmadı. Bugün işte bir şey sordum. Başına naber nasılsın falan ekledim sonuna gülücük ekledim. Gelen cevap ise öznesiz, yüklemsiz, duygusuz sadece sorduğum sorunun cevabı olan tek kelimeydi. 

Bende mi sorun var. Duygusal mı bakıyorum çok diye kendimi sorguladım, beklediğim cevap sadece yazdığım soru havada kalmasın diye formaliteden de olsa iyi sen nasılsın gibi bir şey de eklenmesiydi. Ben de uzatmayacaktım zaten, adettendir diye sorduğum bir soruydu. Sırf direk soruyu sormayayım ayıp olur hal hatır sorayım diye yazmıştım. Çok ince düşünüyorum ve her defasında dumura uğruyorum. 

Biraz kötü hissettim. "Her şey yolunda mı" diye sordum bu sefer, kabul edemiyorum işte illa ki bir sorun vardır yoksa yapmazdı düşüncesi... Öyle sorunca cevap verip benim de halimi hatırımı sordu. Böyle tek kelime atınca ters bir zaman galiba diye düşündüm dedim. Yok iş vardı da ondan falan dedi öpücüklü smiley falan gönderdi. Kolay gelsin dedim kapattım sohbeti. Bu duruma da gıcık oluyorum yani karşıdaki kişi çok soğuk davranıp sana kendini sıcak davrandığına pişman ediyor sonra hayırdır noldu diyince de "ayy alındı mı ya zavallıcık" der gibi öpücükler kalpler atıp kendini üste çıkarıyor. En gıcık olduğum insan tipi. Ben sadece duruma anlam vermeye çalışıyorum ama olay bambaşka bir yere gidiyor bir anda. Sırf ayıp olmasın adettendir diye yaptığım şeyler bana geri dönmeyince devrelerim yanıyor. "Ben de öyle yapıcam herkese artık" diyorum ama bu sefer de bir başkası da benim gibi kötü hisseder diye yapamıyorum. Öyle yapışkan biri de değilim. Hatta baya mesafeliyim. Yani biri bana samimi bir şekilde  yazıp soru sorsa ona böyle tek kelimelik baştan savar gibi cevap vermemin tek nedeni "aman şimdi yapışmasın hiç çekemem" olurdu. Ama öyle değilim kendimi biliyorum. Nezaket kuralları diye bir şey var, keşke herkes dikkat edebilse...

İş yerimi hiç özlemediğimi hissettim bir anda, yeniden. Bu tür insanlarla her gün muhatap olmak beni çok çok zorluyor gerçekten. Bu yüzden bir süredir kimseyle arkadaşlık da etmiyorum, olan arkadaşlıklarımı da bitirdim. Dedikodu dinlemekten sıkıldım çünkü, ve arkadaşlıkların sağlamlığı da getirilen dedikodunun sağlamlığına bağlı oluyor... Bir gün yüzüne gülüp ertesi gün düşmanımmış gibi bakan insanlar tam kafayı sıyırmalık. Muhtemelen hakkımda bir şeyler üretilmiş duymuş diye düşünüyorum artık. Mantıklı başka bir açıklama bulamıyorum. Ya da herkes şizofren ya da bipolar falan...

Bazı insanlarla olmak çok zor ya.

Sadece bir kişi var iyi anlaşıp birbirimize destek olduğumuz ama o ortamdan olan hiçbir şey ile güçlü bir bağ kurmak istemediğim için bazen o kişiyle de kopuk oluyoruz. Yine de bir şey olsa arar haber veririz, birimiz bir şey yazsa diğerimiz sıcak karşılık verir en azından... Bu yeterli benim için zaten.

Benim kesinlikle ama kesinlikle kendi işimi yapmam lazım. O tür, patronlu, müdürlü, çekişmeli, dedikodulu, maskeli ortamlar ruhumu sömürüyor durduk yere.

Sonra neden böyle kafaya taktım diye de kendime kızdım. Son zamanlarda bu konuda iyice uzmanlaşıyor gibiydim. Üzerime alınmıyordum, cevabımı aldıysam gerisini akışa bırakıyordum. Acaba dönemim mi yaklaşıyor diye programa baktım, bingo. Son 10 güne girmişim. Bir de şimdi venüs mars falan da burç değiştiriyor göksel durum baya fenalaşıyor onun da etkisi var... oooy oy. 

Bu sene Jüpiter devredışı diyebiliriz. Jüpiter bir horoskopta ilahi koruma demek ama bu sene bir yanında satürn diğer yanında plüto ile üçlü gezindikleri için iki taraftan sıkıştırıp etkisiz hale getirmişler gezegeni. Hocamız "bu sene tanrının koruması neredeyse yok" demişti... Allah tamamen bizi bizimle bırakmış gibi bir şey...

Neyse işte, 4 aydır işyerinden uzak olunca unuttuğum, hissetmediğim bazı huzursuzluk veren duygulardan birini bugün tekrar hissedince buraya içimi dökmek istedim. İyi oldu rahatladım.

İlk yürüyüş günü

Aylar sonra nihayet bir yürüyüş denemesi için sabah dışarı çıkabildim :))
Sabah 8:30 gibi evden çıktım, yürüyüş yapılan yere doğru yürüdüm, oraya gidene kadar pertim çıktı zaten. İçeri girip ilk oturma yerinde oturup dinlenip geri döndüm haha :))

Mahalle içinde yürümek istemiyorum, zaten her taraf yokuş. Tekrar gittiğim günlerde oraya kadar yürüyüp sadece bir kaç alette hareket yapıp dönerim diye düşünüyorum. 

Yanıma kedi maması da almıştım, biraz dağıttım kedi gördüğüm yerlere. Bir adam iki koca poşet kedi mamasıyla gelmişti, benden önce hepsine dağıttı mamaları. Arada kaçırdığı varsa da ben dağıttım. Benim mamalar sadece farklı bir tat oldu onlar için. Çok aç değillerdi.

Pandeminin ilk zamanları bu koru kapatılmıştı bir süre. Sonra yaza doğru vakalar azalıp da koru da ziyarete açılınca gitmiştim, kediler perişan haldeydi. Tüyleri dökülmüş, açlıktan bir deri bir kemik kalmışlardı. Hazır mama dağıtılmasına alışıklar tabi, o yüzden kendileri yiyecek bulamıyorlardı herhalde. Mama verdiğimde kıtlıktan çıkmışçasına nefes almadan yiyorlardı. Bugün o kedilerin her biri ev kedisi gibiydi. Tüyler kabarık, yumuşacık. Göbüşler çıkmış mama yemekten :)

Biraz daha erken çıksam daha iyi olacak, tam trafiğin ortasına çıktım. O da yoruyor insanı. Herkes işe gidiyor, bu yoğunluğu unutmuştum. Ama yürüyüşe gelen de bir sürü insan vardı, gittiğim korunun da otobandan farkı yoktu yani. Yürüyüş otobanı. Bir tek ben mi evde yatıyormuşum dedim. Herkes ne kadar hareketliymiş.

Eve geldiğimde saat 9:30 olmuştu. Şu an 10:35, kahvaltı yaptım. Resimdeki ürünler balkondaki saksılarımdan topladıklarım :) Saksılardan ürünleri toplayıp yemek aşırı keyifli bir hismiş.
Bu arada kahvaltı yapasım gelmiyor falan diyordum ya, hiç o modda değildim bugün. Uzun zamandır böyle rahat, kendimi zorlamadan kahvaltı yapmamıştım. Demek ki benim sabah yürümeye ya da en azından bi dışarı çıkmaya ihtiyacım var.

05 Eylül 2020

Burçlar (ses kaydı)

 

Bir nevi acemiliğimi üzerimden atmak amaçlı ses kayıtlarına burçlar ile devam ediyorum :)
Sesim çok bayık, yorgun çıkmışsa kusura bakmayın.
Sanki bir kağıttan okuyormuşum gibi olmuş ama kesinlikle değil, doğaçlama konuştum.
Ne kadar zormuş böyle tek tek her burçtan bahsetmek, burç yorumları yapanların neden bir yerden sonra dilinin damağının kuruduğunu ve of çok yoruldum demeye başladıklarını anladım :)) Ben bu kadar kısa yapmama rağmen başım dönmeye başladı sonunda :D


04 Eylül 2020

Kısa çalışma ödeneği

Anladığım kadarıyla aksi bir durum olmadıkça 2021 Hazirana kadar bizim Kısa Çalışma Ödeneği alıp evde kalmamız uzatılacak ama bunu tek seferde değil de iki ayda bir söylüyorlar. Cumhurbaşkanı her iki ayda bir onaylayıp haber verecek yani.
İki ay daha uzatılmış da.
Ekim’de de evdeyim yani.
Artık takip etmeyi bırakıp tamamen kendime ve eve yönelmeye karar verdim. Kolay kolay iş kadını rolüme geri dönemeyeceğim belli oldu. Tadını çıkaralım o zaman.

03 Eylül 2020

01 Eylül 2020

İlk bisiklet


Çocukken babam beyaz bir bisiklet almıştı bana. Çok yokuşlu bir yerde oturduğumuz için sokaklarda sürmeye cesaret edemiyordum. Ama bahçemiz vardı, orda biraz sürüyordum. Yakınımızda okul vardı, annemle oraya gidiyorduk öğrenmem için. Ama biraz korkak bir yapım var, sürekli sürmüyordum. Babam ise yerinde duramayan gözü kara bir çocuk olmamı istemişti hep. Hayatım boyunca onun istediği gibi bir çocuk olamamanın baskısını hissettim.

Bir gün eve geldiğimde bisikletimi her zamanki yerinde göremeyince anneme sordum. Baban sen binmiyorsun diye başkasına verdi falan dedi galiba. Sonrasını çok hatırlamıyorum aşırı üzülmüştüm. O benim hediyemdi, hediye geri alınmazdı ama babam istediği gibi davranabiliyordu. Üstelik bir arkadaşının çocuğuna vermişti... O çocuğu hiç tanımadan nefret etmiştim.

Bu fotoğrafı görünce içimde kalan o parça yeniden sızladı.

Fotoğrafa yapılan bir yorumda babanın o bisikleti satmak için değil, çocuğu cezalandırmak için böyle bir şey yaptığını, bisikleti satmadığını yazmış. İki türlüsü de kötü. Bisikletini satarım diye cezalandırmak da kötü... Gerçi benimki öyle bir şey bile yapmadı, direk verdi bu daha kötüydü.

31 Ağustos 2020

Zengo filmi


Bir süredir Netflix’te gözümüze sokulan yeni yapım Zengo’yu inatla izlemiyordum. Beni açmayacağını düşünüyordum çünkü. Sonra instagramda bir arkadaş hikayesinde paylaştı, biz filme gidemedik ama o bize geldi diye heyecanla yazmış. Bi izleyeyim dedim merak ettim.
Biri bana iki saatimi geri verebilir mi :,)
Emek var tabi hepsinin emeğine sağlık ama ben beğenmedim. Belki sosyal medyada takip ettiğim biri olmadığı için de olabilir bu. Zengo’nun akıllara yerleşmiş karakterinin üstüne filmini izlemek başka oluyordur belki. Yasemin Sakallıoğlu’nu kötü bilmem, severim ama tiplemeleri bana göre değil sanırım. Evli arkadaşlarım daha çok paylaşıyor, bekarlıkla alakalı bir şey belki de benimki bilmiyorum. Birkaç kere takibe başladım ama sonra vazgeçip takipten çıktım. Benim beğenmemem kötü olduğu anlamına gelmiyor tabi, sadece bana göre olmadığı anlamına geliyor.
Sadece Danışman ile olan iki sahne güzeldi. Biri tabi ki astroloji ile ilgili olan kısımdı. Danışmanlığa kabul etmeden önce doğum haritalarına bakıp birlikte çalışmaya uygun olup olmadıklarına baktı. Sonra saçmaladı tabi ama işin içine astroloji girmesi güzeldi. Diğer sahne ise, bu devirde hocaya gitmek mi kaldı deyip laptoptan online hoca bulmasıydı :)) Filmden bana kalan bu iki sahne oldu sadece. Ama genel olarak beğenemedim.

Biraz evlerden bahsetmek istiyorum


Astroloji hakkında bilgilerimi pekiştirmek adına biraz buraya da yazmak istiyorum. Bir yandan da yanlış yönlendirmekten çekindiğim için iyice öğrendiğimden emin olmadan yazmak istemiyorum aslında ama yavaş yavaş konu aralarına serpiştirerek bir şeyler paylaşabilirim.
Bu sefer astroloji için ayrı bir yazı olsun istedim. Evleri zihnimde netleştirmeye çalışırken buraya da yazarak destekleyeyim bakalım.

Yukarıya ekran görüntüsünü koyduğum görsel, 2 Eylül 2020 saat 08:00da yaşanacak olan dolunayın göksel haritası. Pasta dilimleri gibi ayrılmış kanatlar ise evler. İçindeki karışık çizgiler açılar. Evlerin içindeki semboller de gezegenler.
Sol alt çeyreğin 3te biri ile başlıyor evler. Zaten 1,2,3 diye yazıyor dikkat ederseniz. 12 tane ev var. Her birinin ayrı konusu var.

1. Ev: Kimliğimiz, dışarıdan nasıl göründüğümüz, ego, kişinin kendisi, kendini nasıl gerçekleştirdiği.
2. Ev: Para evi, sahip olduğun kaynaklar, miras, kendi kazandığın para.
3. Ev: Kardeşler, kuzenler, komşularla alakalı olan ev ve ayrıca iletişim evi.
4. Ev: Atalarımız, kökler, ev.
5. Ev: İlişkiler, aşk, flört, çocuklar.
6. Ev: Sağlık, hizmet, hastalıklar.
7. Ev: Ortaklar, evlilik, anlaşmalar.
8. Ev: Cinsellik, başkalarından gelen para (mesela eşinin parası), bitişler, ölüm.
9. Ev: Uzak yerler, yurtdışı, eğitim, din, felsefe, uzak akrabalar, eşinin ailesi.
10. Ev: Kariyer, statü, meslek, şöhret.
11. Ev: Sosyal hayat, arkadaşlar, dileklerin gerçekleşmesi.
12. Ev: Bilinçaltı, rüyalar, sezgiler, kapalı alanlar, hapishane, hastane.

Eklediğim resimde lokasyonu yaşadığım yer olan İstanbul olarak seçtim. Yani İstanbul’da bu dolunay 6.evde gerçekleşecek(Ay 6. Evde çünkü). 6.ev neydi, hastalık, hizmet, sağlık ağırlıklı konular... Yani o gün sağlık ve hizmet alanı ile ilgi bazı haberler çıkabilir diyebiliriz buna.

Türkiye’nin haritasına göre bakarsak dolunay Türkiye’nin 9.evinde gerçekleşecek.
Hatta onun görüntüsünü de ekleyeyim:

İç taraftaki harita Türkiye’nin haritası, dış tarafındaki ise dolunay zamanında gezegenlerin bulundukları konumları gösteriyor.
9. Ev konuları eğitim, uzak yerler idi. O zaman Türkiye geneli olarak da, eğitim konularında bir şeyler gündem olabilir diyebiliriz...

Çok da fazla yorum yapamıyorum. Bilmeden yorumlamaya çalışırsam yanlış yönlendirmiş olabilirim o yüzden böyle kısacık bir yorum ile bitiriyorum.

Kendi doğum haritanızı çıkararak evlerinizin hangi burçlarda ve hangi gezegenler ile olduğunu görebilirsiniz.