30 Temmuz 2020

Kurban Bayramı

Hepimizin bayramını kutlarım. Sağlıklı, mutlu, neşeli bir bayram olsun. Hep gülün, hep umutlu ve mutlu olun.
Herhalde sokağa çıkma yasağı uygulanmadı bu sefer değil mi? Keşke uygulansaydı, geçen bayram görüşemedik diyip bir çok insan akrabalara bayram ziyaretine gider kesin...

27 Temmuz 2020

Şiddetin bu kadar yakında olması

Kafam hiç yerinde değil, şoklardayım.
Az önce yorumlara cevap yazarken başka google hesabımla giriş yaptığımı fark ettim, yazı girecek olmasam öyle bırakır çıkardım. Blogger anasayfama girince dank etti. Hepsini silip tekrar cevap yazdım.
Saat 14:27, daha demin yaptım kahvaltımı da...
Dünden beri uyuştum sanki, hala idrak edemiyorum.
Küçük teyzemin eniştemden yıllardır şiddet gördüğünü öğrendim... Çocuğu da çok küçüklükten beri dövüyormuş. Yazarken bile nefes alamıyorum. İnanamıyorum. O eniştemi hiçbir zaman sevememiştim zaten, hep itici gelirdi. Teyzeme de çok sinirliyim böyle bir şeyi gizlediği için, hiç kimseye söylemediği için, üstünü örttüğü için... Hep düzeltmeye çalışmış, tedavi ol demiş falan... Sonunda dayanamayıp evi terk etmiş.
Şimdi tüm ailelerde şiddet varmış gibi geliyor. Teyzem hep güleç bir insandı, hiç terslik var gibi değildi. Demek ki insanlar çok iyi rol yapabiliyorlar. Kötü göründüklerinde hasta olduklarına inandırabiliyorlar.
Lütfen ya lütfen şiddet görüyorsanız susmayın. Hadi siz katlanabiliyorsunuz diyelim o çocuğun ne suçu var? En çok da çocuğa üzülüyorum...

25 Temmuz 2020

Eşzamanlılık

Bazen üzgün hissedersin, neden olduğunu az çok bilirsin, nasıl yok edeceğini de bilirsin ama içinden gelmez. Sadece isyan edesin gelir. Başının üstünde "neden ben" balonu şişmeye başlar sonra, boynun bükük oturursun öylece.

Böyle zamanlarda içindeki karanlık bataklığa batmak yerine dışarıdaki gün ışığını aramak gerekiyor. Ruhunun biraz pencereden etrafa bakması gerekiyor. Cevap ararsan bulursun. Bir kitap, bir insan, hatta doğadan mesaj gelir. Yalnız hissetmezsin. Mesela kitaptan bir sayfa paylaşmıştır biri sosyal medyanda ve tam da senin ruh halinden bahsedilmiştir. Ya da cafede yan masada tam da senin soru işaretine bir cevap veriliyordur.

Evren her zaman bizimle iletişim halinde, yeter ki dinlemesini bilelim.

23 Temmuz 2020

Korona günlerinde düğünlerimiz


Anneannem, dedem ve büyük teyzemle eniştem yazları köye giderler. Bu yaz da oradalar. Geçenlerde köyde bir düğün olmuş, davetli ailelerden biri de koronaymış ama gizlemişler. Şimdi tüm köy karantinada. Anneannem teyzem test sonucunu bekliyorlar ama eniştemin testi pozitif çıkmış, hastaneye yatırmışlar. Bu insanlar aynı arabaya binmiş, aynı eve girmiş... Köyde olmaz rahatlığı herhalde.
O aile de nasıl bir hakka girdiğinin farkında mı acaba? Ölen olursa resmen cinayet olur bu. Gerçi onlar da hastanede yatıyormuş şu an ama, dava açsınlar dedim anneme "zaten onlar da hastanede yatıyor ne davası açacaklar herkes kendi halinde" falan dedi. Gerçi dava açılabiliyor mu bu konuda da çok bilgim yok.
Baya moralimiz bozuldu ama. Bizimkiler hep şeker, tansiyon hastası. Astım da var. Daha kötü şeyler olmaz umarım...

Google'a Covid-19 yazınca sağ tarafta şöyle bir tablo çıktı:

Tüm dünyada 15 milyon vaka var. Dün günde 203 bin artmış. Ne zaman azalışa geçer acaba.

Ayrıca haftalardır sürekli kırmamaya çalışarak bir bahaneyle davetini reddettiğim arkadaşım yine gezmeye çağırdı bugün. Yarın karşıya geçip bir yerlere uğrayacakmış biraz da gezecekmiş. Sonunda söyledim artık dışarı çıkmanın beni tedirgin ettiğini ve evde kalmak istediğimi. Konuşmalarımızda da hep bahsediyordum aslında dışarı çıkmayı tercih etmediğimi, evde kendimi geliştirdiğimi vs.

Gerçekten evde duramıyor bazı insanlar. Evde de yapacak bir sürü şey var, hobiler, eğitimler. Şahsen ben hayatımın en verimli zamanlarını geçiriyorum diyebilirim. Aldığım eğitimler beni çok tatmin ediyor ve öğrendiklerimi sindirme ve uygulama imkanım var işe gitmediğim bu süreçte. Her durumu fırsata çevirmek lazım ve oyunu da kurallarına göre oynamak lazım. Dışarı mecbur kalmadıkça çıkmamamız gerekiyorsa çıkmamak bu kadar zor olmamalı. Ya da çıkmazsın çıkmazsın bir gün ayarlar gün boyu nefes alır deşarj olur yine eve kapanırsın. Böyle olmalı bence. Ama çok da yargılamak istemiyorum, ben ev seviyorum diye böyle rahat olabilirim evde duramayanlara da sormak lazım. Mesela instagramdan bir arkadaş bir ay evde kaldı sonra her gün başka yerlerde foto atmaya başladı. Biraz da evde dur ya diye mesaj attım gülerek. Denedim evde kalmayı, olmuyor dedi. Sormadım detayını ama bu kadar da abartılmamalı yine de, bir hafta dur bir hafta gez bari her gün değil de... aman ne bileyim. Ben evdekalıyorum siz de evdekalın. :)

22 Temmuz 2020

Kadın cinayetleri


Kadın cinayetleri, tacizler, tecavüzler... Ne zaman bitecek? Çok üzgünüm. Pınar Gültekin’in kayıp haberini duyduğumda başına kötü bir şey gelme olasılığını düşünmemek için kendimi zorlamıştım, sanki iyi düşünürsem iyi olur bir yerden sapasağlam çıkar sanmıştım. Yüzüne baksan adam sanacağın, aramızda dolaşanlardan hiçbir farkı yok gibi görünen insan kılıklı bir şeytanın eline düştüğünü bilmiyorduk ki.

Twitter’da gezinirken herkesin kendi taciz, tehdit, şiddet hikayelerini yazdığını gördüm. O kadar doluyuz ki bu konuda. Sadece bir anlık, canları öyle istedi diye istediği gibi davranıp sonra da başıma bela olmasın diye korkup yok etmeye çalıştığın şey bir insan, bir kadın, belki bir anne, bir kız çocuğu...

Yazılanları okuyunca benim de çocukluğum, gençliğim geldi aklıma.
Lise ve üniversitede dışarıda sözlü ya da fiziksel tacize uğramadığım günler çok azdır. Üstelik kapalı giyinen biriyim, başım hep öne eğik hızlı adımlarla gider gelirdim, gerekmedikçe kafamı kaldırıp kimsenin gözünün içine de bakmazdım. Buna rağmen böyleydi.
Arkamdan çok tatlısın diye bağıran koca adamlar mı olmadı, off benim manitam olacaktı var ya diye söylenip yanımdan geçenler mi... Toplu taşıma araçlarında kalçamda bir el hissetmeyeyim diye tahta gibi durma çabalarım... Bir şey olduğunda utancımdan kaskatı kesiliyordum. Sesini çıkarıp o kişiyi rezil edenler o kadar cesur ki. ‘Ya bana inanmazlarsa, ya adam laf cambazlığı yapıp suçu bana atarsa’ bir şekilde suçlu illa ki ben çıkarmışım gibi, edepsiz ilan edilirmişim gibi geldi hep ve her zaman sustum.
Bir keresinde de çok dolu olmayan bir otobüste ayaktayım ve arkamda hemen çaprazımda çarşaflı bir kadın var, bir de erkek var ama o uzakta. Bir el hissediyorum hızla arkamı dönüyorum kimse yok, sadece çarşaflı kadın duruyor. Bir daha oldu yine hızla döndüm yakalayacağım diye, bu sefer şoföre falan herkese bağıracağım kafaya taktım sus sus nereye kadar çünkü. Ama bir türlü kim olduğunu anlayamadım. Çarşaflı kadınla gözgöze geliyoruz o da noldu diye bir bana bir etrafa bakıyor. Çarşaf altında bir adam mı var yoksa diye ona dikkatli bakıyorum yoo kadın, o mu yaptı, bir kaç dakika sonra durakta inen adam mı hiç öğrenemedim.

Bir de bir çocukluk anım var, düşündükçe endişeden nefesim daralıyor nasıl yapmışız böyle bir şeyi diye. Ama o zamanlar için doğaldı belki de.
10 yaşlarında falanız galiba, yan komşumuzun kızıyla arkadaşız. Her gün sabah kahvaltı yapıp dışarı çıkıyoruz oynamaya. Yol kenarında kaldırımda oynuyoruz. Her gün aynı saatte o yoldan inip kahvehaneye bir tonton amca gidiyordu. Çok yaşlı değil aslında ama bize göre yaşlı tabi. Ama o kadar sevimli bir amca ki hiç kötü enerji almıyoruz ondan. Hep bize gülümseyip cici kızlar napıyorsunuz bakalım falan diye tatlı dille laf atıp geçer giderdi. Biz de hep ne tatlı bir amca ya di mi diye arkasından konuşurduk. İkimiz de babalarımızdan pek tatlı söz duyan kızlar değildik, o yüzden daha da bir hoşumuza gidiyordu demek ki...
Bir gün biz arkadaşla dedik ki yarın tekrar geçtiğinde gidip sarılalım amcaya. Yarın oldu amca yokuştan iniyor gülümseyerek yanımızdan geçiyorken biz koşup gidip sarıldık koca göbeğine, o da bize sarılıp sırtımızı sıvazlayıp geri göndermişti. Büyüdükçe, aklım ermeye başladıkça ne deli bir şey yaptığımızı düşünüp durdum. Allah’tan o amca iyi bir insandı. Yoksa değil miydi? Sanki sonraki günler artık geçmemeye başlamıştı ordan diye hatırlıyorum. Başına bir şey mi geldi hasta mı oldu acaba diye merak ettiğimi hatırlıyorum. Belki de çocuğu olmuyordu, kız çocuğuna hasretti. Bilemiyoruz ki içini.
Biz çok mu saftık yoksa onun iyi biri olduğunu anlayacak kadar insanüstü müydük? Bize ‘gelin size bakkaldan çikolata alayım’ dese peşinden giderdik, çok güveniyorduk. Ya kötü biri olsaydı, ya alıp götürseydi, sonra haberlerde iki kız çocuğu bilmem nerede ölü bulundu....
Yani şu an yaşıyor olmama rağmen nefesim daralıyor çocuk olan bizim başımıza bir şey gelecek diye. Olmuş bitmiş bir şey olsa bile.
İşte bugün geldiğimiz durumun vehameti.

O zamanlar bayramlarda şeker toplamaya çıkardık, evde kimse yoksa komşuda beklerdik, birbirimize güvenirdik.
Hepsi delilik gibi geliyor şimdi...

20 Temmuz 2020

Yat keyfi


Bu kişiler kim tanımıyorum. Ama görüntü o kadar huzurlu geldi ki...
Bir yatım olsun istiyorum, ama tek benim değil, eşimle aile yatımız olsun. İstediğimiz zaman denizin ortasına çekip rahat rahat yüzelim, güneşlenelim. Bazen akşam yemeğini denizin ortasında yiyelim mesela. Bu fotoğraf içimi ısıttı o yüzden. Var bir hayalim.

Tabi hayalim boşanmak değil, yazıyı baz almayalım, tamamen yatın güzelliği ve yüzecekleri yerin huzurlu görüntüsü.

Yeri gelmişken efsaneyi de hatırlayalım mı?

https://youtu.be/z1dwFKKMHog

Çünkü kendimi gömmeden yazıyı bitirmem mümkün olmuyorsa demek ki 😄

19 Temmuz 2020

Tibet'i bıraktım ve Evdeki böcek sorunu


Tibet egzersizlerini her gün değil her hafta arttırmak gerekiyormuş, biliyordum aslında ama gün gün arttırmak hemen bitirmek istemiştim. Zorlandım. O yüzden de 11li takımı yapamadan pes ettim... Olması gerektiği gibi yapacağım tekrar başladığımda, yani hafta hafta arttıracağım. Bir hafta 3, sonraki hafta 5, 7, 9 ... olarak.

Siz de başlayacaksanız aslı bu şekilde, hafta hafta. Aklınızda olsun.

Bunun dışında diğer konumuz evdeki böcekler... Çatı katında yaşıyorum, tavan ahşap. Havalar ısınınca, Temmuz gibi o ahşaplardan böcek çıkmaya başlıyor. Uçan, sert kabuklu, koyu kahverengi bişey. Bir gün çıkmasa ertesi gün çıkıyor. İlaçlama yapıyoruz, bir sene bitiyor sonraki sene yine çıkıyor. Kökünü kurutamıyoruz bir türlü.

Bu sene ilaçlama çağırmak istemedik, kendimiz etkili bir ilaç alıp fısfısladık. İki gecedir çıkan yok ama ses geliyor arada. Çıt, çıt diye.

Nasıl anlatayım, 3 cm boyunda koyu kahverengi, hamam böceği gibi ama o kadar büyük değil. Uçmayı çok bilmiyor. O yüzden de mesela koltuğun altındaysa uçmaya çalıştıkça koltuğun tabanına çarpıp yere düşüyor. O yere düşme sesi "çıt" sesi işte. Akşap çatı arasından da bazen bu ses geliyor, kendine çıkış yapmaya çalışıyor belli ki. Bir süre sonra zaten bir delik bulup dışarı salıyor kendini deli danalar gibi uçuyor odanın ortasında. Sert kabuklu olduğu için kabuğu bir yere çarpınca bu ses çıkıyor. Sesi yan odadan bile duyuluyor. O şekilde buluyoruz yerini ve yakalayıp atıyoruz dışarı, eğer odaya çıkmışsa.
Niye öldürmüyoruz, çünkü kolay ölmüyor bir de bir şey öldürmek içimi bir tuhaf yapıyor öldürmek istemiyorum.

Bir yandan yazı girerken bir yandan da araştırıyordum, şimdi bir şey buldum. Bir ziraatçi yakınımız bu böceğin termit olduğunu söylemişti ama google'ladığımda termit uçan karınca olarak çıkmıştı. Yanlış söyledi galiba demiştim. Şimdi bir yazı buldum, sanırım doğru adresteyim. Link şu: https://sagligabiradim.com/evdeki-termitlerden-nasil-kurtulursunuz/ Buradakileri bir deneyeyim bakalım. Sizin de bu böcek ile ilgili bir deneyiminiz olduysa ve öneriniz varsa dinlemek isterim.

Dark


Dün kendime dinlenme günü yaptım, oturdum akşama kadar Dark'ı bitirdim.

Çok karışık ama kendisini izlettiren bir diziydi. İnsanın beynini yoruyor bir yerden sonra, hangisi hangisiydi diye akılda tutmaya çalıştıkça yoruluyorsunuz ama bırakamıyorsunuz. Üçüncü sezon biraz daha komplike olmuş. Başka dünyalar da işin içine giriyor.

Sonunu güzel bağladıklarını düşünüyorum. Biraz hüzünlendirdi beni ama olması gerektiği gibi oldu.

Çoğu şeyi tam anlamamış olabilirim gibi hissediyorum. Dediğim gibi, çok kafa yoran bir dizi. Çok düşündüren, takip gerektiren bir dizi.

33 yıl döngüsünden bahsetmeyeceğim, her izleyen astrolog ya da astroloji öğrencisi heyecanla astrolojide de 33 yıl güneş döngüsünün olduğunu anlatıp benzerlikleri söylüyor ben hem o kadar bilgili hissetmiyorum hem de baydı sanki biraz bu muhabbetin tekrarlanması. Ama isteyen araştırabilir. 33 yılda bir güneş döngümüz tamamlanıyor. Ayrıca cennette olacağımız yaşın da 33 olduğu söyleniyor.

Dün gece bitirdikten sonra bile her şey kafamda havadaydı. Uyumadan önce bir süre tavana bakıp kafamda olayları oturtmaya çalıştım "şu şöyle olduğu için şöyleydi demek ki" "Aaaa bu o yüzden böyle oldu" "Bilmemkim neden yoktu acaba, hmm tabi o yüzden" minvalinde kendi içimde konuşmalar ile bir kısmını anlayıp gerisini sonra düşünmek üzere uykuya daldım. Şimdi Ekşide yorumları okuma zamanı :) Spoiler yerim diye okuyamıyordum, artık bitirdiğime göre beyin fırtınasına katılabilirim.

16 Temmuz 2020

Tibet egzersizleri

Bugün üçüncü gün. Bu hareketlere ilk gün 3 tekrar ile başlanıyor. 5 hareketi de 3er defa yapıyoruz. Sonra tek sayılar şeklinde arttırıyoruz. Yani ikinci gün 5er, üçüncü gün 7şer olarak 21 olana kadar devam ediliyor sonra da bitiriliyor. Eğer kişi devam etmek isterse de artık 21 tekrar ile devam ediyor.

Dün ikinci günümdü. Akşam yaptım sabahtan ailece dışarı çıktık da. Arkadaş ile haberleşmedik, bizimkilerle çıktım iyi oldu. En azından insandan uzak bir yerlere gidip doğada biraz nefes alıp döndük. Kalabalıkta gezmedik.
Neyse sabah hemen çıktık gittik diye akşama kaldı hareketler, göbek kısmımda ağrı hissettim. Daha ikinci günde hamlayacak kadar hamurlaşmışım meğer.

Beş tane hareketten nolcak diyor insan ama öyle değil, baya tüm kasları hareketlendiriyormuş. Bugün az önce 7takım halinde yaptım bu sefer ve gerçekten de kol, bacak, omuz, karın her yerim imdat diye bağırıyor. 21e nasıl tamamlayacağım hiç bilmiyorum.

Bir de aranızda yapan varsa ben ikinci hareketi yaparken kulağım zorlanıyor gibi geliyor. Özellikle sağ kulağımdan, başımı kaldırıp indirince gırççç diye bir ses geliyor içerden. İçim gidiyor. Nedendir acaba?

14 Temmuz 2020

Ordan burdan kısa kısa karışık

Kahvenin en güzel haliyle buradayım yine. Duble Türk Kahvesi...
Bize yıllardır yarım içirmişler hep. Asıl miktar bu olmalıymış bence.

Bugün Tibet’in 5 hareketini yapmaya başladım. Her harekette 3 kere ile başladım 21de bırakacağım.

Bu gece hava ne kadar soğumuştu. Sabaha doğru soğuktan uyandım. O kadar üşümüşüm ki sırtım kesiliyordu sanki. Normalde üstüme çarşaf örtüp yatıyordum, kalkıp pikeyi de aldım ama yine de tam ısınamadım. İdare etti sadece.

İşyerinden bir arkadaş ne zamandır buluşalım diyordu. Güya yarın görüşecektik haberleşip de ama ben ölü taklidi yapıyorum o da unutmuştur inşallah :))

Bir an gaza gelip, vapurların da belirli saatlerde 5 kuruşa indiğini öğrenip kabul etmiştim ama hiç çıkıp gezecek psikolojide değilim. Zaten maskeli insan görmek psikolojimi bozuyor. Markete bile çıkmak istemiyorum o yüzden. Ayrıca maskeyle dolaşmak da zor.

Bu arada geçen hafta bir iş için karşıya geçmiştik kardeşimle, bu vapurlar 5 kuruş diye metrobüsten inip Beşiktaş’tan Üsküdar motoruna bindik, akbil ücreti tam aldı. Kadıköy-Beşiktaş 5 kuruş ama Üsküdar-Beşiktaş tam ücret, sebebi ne ola ki? Bilseydik Eminönü’nden binerdik. Tam ücret 3.50₺ olduğundan beri çok ağırıma gidiyor da ondan bu sitemim. Yıllarca öğrenci akbili kullandım, ama artık AÖF kaydım da işe yaramamaya başlayınca el mahkum ödüyoruz. Belli bir süresi varmış ünide öğrenci olup da normal hayatta indirimden faydalanmanın, 8 sene mi ne. Sonra indirimli hakkı kaybediyormuşuz. Madem öyle sildirdim ben de kaydımı. Zaten ikinci diploma istemiyorum artık. Kendiminki iki yıllık falan ama daha güzel.

Bu arada auzef (doğru yazdım inş, İstanbul üni uzaktan eğitim yani) uzaktan psikoloji açmış. Zamanında okumak istediğim bir bölümdü, her liselinin bozulan psikolojisini tamir etmek amaçlı bir anlığına da olsa istediği gibi. Puanım yetmiyordu. Şimdi ne hallere düşmüş. Kaf dağından dağın eteklerine inmiş. Üniversiteler de iyice kalitesini kaybediyor... uzaktan eğitimle ne kadar olur ki? Gerçi özel ünilerde de çok farklı değil, parayı verip diplomayı alıp sonra yine parayı verip klinik açan bir sürü kişi var.

Ama belki bir gün, sırf bilgilenmek için okumak isteyebilirim. Astrolojiyle çok paralel çünkü psikoloji.

Son olarak ben astrolojiye destek amaçlı bir de tarot eğitimi alıyorum. Basitçe öğreten, çok detaylı olmayan bir eğitim. Dün hocamız karma kartımızı seçtirdi. İki ders sonra bitiyor eğitim ama hala dönüp dolaşıp majör kartları inceliyoruz. Tamam çok önemli de açılımlara da bi geçeydik iyiydi :)

Son olarak bir de geçen hafta bahsettiğim bir eğitimim vardı. O bunlardan farklı, alternatif tıpla alakalı bir eğitim. O kadar yoğun, bilgi doluydu ki iyice anlamam için bugün eğitim videolarını 3.kez baştan dinleyeceğim. Cumartesi günü kaldırılacak çünkü. Zoomdan eğitimi kaydettiler bir siteye eklediler, bizim kaydetmemiz yasak. İstesem kayıt alırım siteden ama haksızlık olur, kendime karma yaratmış olmak istemem. Notlarımın son kez üstünden geçip sonra bir kere de notları kenara koyup sadece derse odaklanarak dinleyeceğim ve bitireceğim inşallah. Acayip yoğun geçiyor günlerim bu yüzden. Sosyal medyada da pek görünmüyorum. Bir yandan da aklım ‘Dark’ dizisinde. İkinci sezonu izliyordum ara verdim, eğitim notlarımı tamamlayıp öyle döneceğim.

Bir de güya KPSS’ye gireceğim bu sene. İki haftadır elimi kitaba sürdüğüm yok. Neyse ona da sıra gelecek elbet.

Şimdi farkettim de ‘son olarak’, ‘son olarak’ diyip bir türlü sona gelememişim nasıl yazasım geldiyse haha :) Özlemişim blogumu.

Neyse ben derse döneyim. Görüşürüz 👋

10 Temmuz 2020

Ayasofya ibadete açıldı


Ayasofya ibadete açılmış. Cami olmuş. Bir yandan sevindim diğer yandan bir sürü soru işareti belirdi kafamda.

İçerideki mozaikler ne olacak acaba. İsa, Meryem, Cebrail vs.. Onlarda da tarih var. İnşallah restorasyon adı altında her şeyi silip atmazlar.

Sosyal medyada ‘ilk ezan okundu’, ‘ayasofyada ikindi ezanı’ diye paylaşımlar var ama zaten önceden de ezan okunuyormuş, 94 yılından beri okunuyordu demiş biri. Bir de zaten yan tarafında namaz kılınacak yeri de varmış, ilk defa ibadet edilmeyecek yani içinde.


Siyaset öyle iğrendiriyor ki beni siyasilerin bangır bangır yaptığı hiçbir şeye gönlümce sevinemiyorum. Hepsinin altından bir bit yeniği çıkıyor çünkü.

Bu Ayasofya müzesinin cami olması da içime tam olarak sinemedi şimdilik. Belki de ben çok araştırmadım, bilmiyorum, o yüzdendir. İnşallah hayırlısı olmuştur...

Ben doğduğumdan beri İstanbul’dayım ama Ayasofya’ya ilk defa bu sene gittim. 33 yaşımda. Ne acı. Baktım gittiğim tarihe, 21 Aralık 2019’muş. Keşke daha önce de gitseymişim.

Ama müzeykenki halini de görmüş oldum, ucundan yetişsem de gördüm çok şükür. O kadar huzurlu geldi ki bana orası gezdiğim hiçbir müze, hiçbir tarihi yer o kadar büyülememişti beni. Her hafta gitmek istedim. Ama sonra yılda sadece iki kere ziyaret edilebileceğini duyup üzülmüştüm. ‘Bir de ilkbaharda ya da yazda giderim o zaman’ demiştim müze kartım Temmuz’da biteceği için, ama korona çıktı.

Şimdi ne olacak oraya merak içindeyim...

08 Temmuz 2020

Türk kahvesi duble olsun



Akşam oldu hüzünlendim ben yine...

Bugün gün boyu evde yalnızdım. Dışarı çıkmaya cesaret edemiyorum hala, mecbur değilsem çıkmıyorum. Ama evde de baya bunaldım. Camın önüne oturup bulutlarla konuştum. Gören olduysa deli mi bu demiştir muhtemelen :) Hüznün ağırlığıyla bir iki gözyaşı da dökmüş olabilirim.

Ölümü düşündüm, korkunç değil aslında. Hani cehennem azabı, kabir azabı falan bir sürü şey yerleştirilir ya taa çocukken küçük beyinlerimize. Aslında sadece ruhumuza ödünç aldığımız kıyafeti yerine teslim edip gidiyoruz. Kurtlar kemirmiş, yılanlar sokmuş falan... bize olmuyor ki onlar. Ruhumuz başka yerde, berzah aleminde beklemede... Toprağa ait olanı toprağa geri iade ediyoruz, o da tepe tepe kullanıyor. Gayet normal.

Sonra belki başka bir kıyafetle başka bir yerde yeniden başlıyoruzdur...
Astroloji öğrenmeye başladığımdan beri reenkarnasyona inanıyorum artık. Mantıksız gelmiyor.

Cehennem de dünyada, cennet de. Şeytan da dünyada, melek de...

Aramızda, sonsuza kadar kötü kalacaklar da var. Şeytan işte onlar.

Geri kalanlar da Satürnden, Plütondan dayak yiye yiye düzelenler...

Böyle düşünüp uzaklara bakarken yeşil bir kuş geçti önümden, sonra bir duman gördüm karşı ufukta yanıyordu bir yerler yine...

Mars koç burcunda yangınlara sebebiyet verirmiş. Gerçekten alev alev yakıyor her yeri.

Hayat her geçen zaman daha da zorlaşıyor sanırım, ya da yok, biz yaşama uyumlandıkça yeni taraflarını keşfediyoruz hayatın.

Kontrol edememek zorluyor bazen. Hem hayatı, hem de kendini... Demek ki kabullenmeyi de öğrenmek gerekiyor.

Haydi birlikte dinleyelim... Müzeyyen Senar'dan, Akşam oldu hüzünlendim ben yine...


07 Temmuz 2020

Hayali can dosta


Merhaba dost.

Aşırı sıcak bugün hava burada, sizin oralar nasıl?

Düne kadar en azından camı açınca eserdi, bugün o da yok. Camın dibine oturdum ben de, biraz daha rahatım şimdi.

Ah canım dostum, böyle sakin sakin dinleyişini seviyorum senin en çok. Sözümü kesmeyişini, beni eleştirmeyişini, olduğum gibi sevip sana olan sevgimi çöp etmeyişini. Sanki olgun bakışlarını yere indirip anne şefkatiyle kabul ediyormuşsun gibi beni... Asla kıskanmazmışsın gibi, arkamdan iş çevirmezmişsin gibi, ruh ikizim senmişsin gibi... Ben konuşmadan da anlıyorsun sen beni ama ben sana kendimi anlatmayı da seviyorum, kimseye değil de sana açılmak rahatlatıyor beni. Söylediğin her cümlenin zihnimde parlamasıyla aydınlanıyorum. 

Böyle bir dostum yok benim. İyi dostlar biriktirmedim. Şöyle bir yaşantıma bakıyorum da, hayatıma bir yatırımım olmamış hiç. Hep günü kurtarmışım, istemediğim yerlerde bulunup en az zararla nasıl çıkarım buradan hesabı yapmışım hep. Hiç daha fazlasına çabalamamışım, cesaret edememişim, kendime güvenememişim.
İnsanları her zaman güvenilmez bulmuşum, kimseye inanmamışım, kimseyle bağ kuramamışım, herkesi itmişim etrafımdan yapayalnız kalmışım. Yalnızlığı seviyorum, hep sevdim ama bazen bir eş ruh arıyor insan. Kendi dilinden konuşabilen ve güvenebileceği birini arıyor. Karşı cins olarak değil, aşk olarak değil. Tabi ruh eşini bulup onda tamamlanmak müthiş olurdu ama bir arkadaş bir dost olarak da yakın bir ruh arıyor insan.

Yaş ilerledikçe yeni arkadaşlıklar edinmek daha da zorlaşıyormuş. ama bulursam tüm arkadaşlıklarımdan daha köklü olacağını hissedebiliyorum. Herkesi ittim ittim ittim, insanların iç yüzlerini de gördüm giderlerken. Şimdi ne istediğimi biliyorum, her şeyin kıymetinin ne olduğu biliyorum. Kendimi hiçbir şey için zorlamıyorumm. Eş ruhumun nasıl olması gerektiğini biliyorum. Misyonumu biliyorum. Çocuk değilim rüzgarlarda savrulan yaprak misali ya da ateş topundan bir ergen de değilim, ruhumdaki akışın farkındayım. Ayaklarımda toprağı hissedebiliyorum. Kim olduğumu öğreniyorum, ne istediğimi biliyorum. Çok kutsal, yüce bir yolculuktayım ve yakında bu yolda bana eşlik edenler çıkacak. Ve ben yine çok sık eleyeceğim ama bu sefer yanımda kalanlar en hakikatliler olacak.


Biraz fazla gaza gelince bu karikatür geldi aklıma :D

Blogum da bu dost niteliklerini karşılıyor aslında :)) Sakin sakin dinliyor ben yazarken klavyeme müdahale etmiyor falan :)

Haydi o zaman devam...

Canım dostum,

Güya bugün tüm kahve çeşitlerini tüketmeye ara verecektim. Türk kahvesini her gün içiyorum özellikle onu bırakmaya niyet ettim ama akşama duble türk kahvesi pişirirken buldum kendimi. Yok yok bu kahve diyeti bana uymuyor. Bir de nasıl güzel oldu var ya, mis gibi, lezzetli. Ya da "az kala bırakıyordum" paniği mi daha lezzetli hale getirdi bilmiyorum. Bir kez daha anladım ki ben kahvesiz yapamıyorum... Ama uykusuz kalıyorum, selülit diye de bir sorun başladı, bir de dişlerim zaten cansız hiç beyazlamıyor artık kahve müdavimliğine devam ettikçe... Kahveden vazgeçmek zorunda kalmadan bunlara bir çözüm bulayım bari en iyisi ben.
Tavsiyen varsa yaz bana :)

05 Temmuz 2020

Eğitimsel günler


İki gündür yoğun bir eğitimdeyim. Haftasonu iki gün hem sabah hem de akşam devam ediyor. Bugün akşama doğru artık beynim yanmaya başladı :) Eski bir defterime not alıyordum, sayfayı çevirince karalamalar çıktı karşıma. Küçük kardeşim daha ufacıkken resimler çizmiş :) Eski defterlerimden hep böyle ara ara çizimleri çıkıyor. Ne bulsa çiziyordu o zamanlar :))
Ben de bir çiçek iliştirmek istedim bu sanat eserine :) Neresine yapacağımı ya da nasıl yapacağımı düşünmeden rasgele yaptım ama çok sevimli bir şeye dönüştü bence.

03 Temmuz 2020

Çiçek Sepeti çok güzelsin keşke benim olsan


Bugün bi arkadaşımın doğum günü. Bu siparişi oluşturduktan yaklaşık bir saat sonra SMS geldi “siparişinizin görseline linkten ulaşarak 10 dakika içinde onay verebilirsiniz” diye. Ne kadar güzel düşünmüşler. Çiçek harika görünüyor. Kendi siparişimi kıskandım resmen. 
Böyle fotoğraf göndermeleri çok iyi oldu. Acaba çiçekler sağlam mı bozuk mu diye hep aklıma takılırdı, gönderdiğim kişiye sorardım ne durumda olduklarını. Foto görmek iyi oldu bu sefer. 

Yazıyı burada bitirmek isterdim ama çok dertliyim bu konuda. 
O yüzden bundan sonrası iç dökme, yakınma, hüzün içerir. Baştan uyarayım. 

Şöyle güzel bir şey bir gün de bana gelmedi ya ona yanarım. İşyerinde hep milletin doğumgününde masaları çiçekten geçilmezken ben ‘belki de en azından evdekiler bir jest yapar’ diye boşuna bekleyip boynu bükük eve dönerim her defasında :) Çiçek istediğimi anlasınlar diye anneme iş yerinden eve çiçek yolladığım da oldu. Ne kadar sevindiğini de biliyorum. Hangi kadın çiçek görünce sevinmez ki? Bi onların aklına gelmiyor kızının işyerine bir şey göndermek. 
Hatta bir keresinde yeni bir kız gelmişti ofise, doğum günlerimiz yakındı, arkadaşları yanlışlıkla erken göndermiş çiçeği ve o gün benim doğum günümdü. Asıl doğumgünü kızı ben olmama rağmen onun çiçekli böcekli kutlamalar yapması ama benim telefonumun bile çalmaması o kadar içime oturmuştu ki... Sona öğrenmişti doğumgünüm olduğunu, çiçeğinden bir iki tane çıkarıp bana vermişti. Ona bile ne mutlu olmuştum yaa, ah garibim benim, su bardağına koyup masamın üstüne koymuştum mutlulukla :)
Bir arkadaşım var sadece o gönderiyor birkaç yıldır ama o da hep geç mi hatırlıyor noluyor bilmiyorum mesai bitimine denk geliyor, alamıyorum, sonra eve gönderiyor falan... 
Bu arkadaşla şöyle olmuştu aslında, bir gün oturuyoruz işte herkese doğumgünlerinde bir sürü çiçek geliyor bize niye gelmiyor biz birbirimize yollayalım bari demiştik. Ben erken saatte gönderiyorum her yıl, bir de o başka arkadaşlarına da gönderip yatırım yapıyor kendi doğumgünü için, doğum günlerinde onun masası doluyor yine bir gariban benim masa :)

5 yıldır çalışıyorum burada, her doğum günümde belki bu sefer bir çiçek olur masamda diye bekledim. Hatta masamın bir köşesini özellikle çok doldurmuyorum bir umutla. Evrene enerji gönderme çabaları...
Bu sene romantik bekleyişleri bırakayım artık dedim, ben bir şeyler yapayım bari. Takvime baktım doğum günüm haftaiçine denk geliyor bu sene, başladım çalışmalara. Tıp bayramında teyzeme bile çiçek yolladım geri döner ümidiyle :)) Herkesi çiçekledim. Aynı yerde çalışıyor sayılmamıza rağmen babama bile çiçek sepetinden çikolata gönderdim belki mesajı alır da o da bişey gönderir benimkinde diye. 
Ben o kadar çevremdekilere sürprizler yaptım ama ne oldu? Bu sefer de Korona çıktı eve gönderdiler beni :))) Doğum günümde İstanbul’da bile olamadım kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde yazlıktaydım. Ayrıca çiçeği geçtim, kimse hatırlamadı doğru düzgün. Herkes sağlığının, işinin, parasının derdinde... aman öyle olmasa hatırlayacaklardı da sanki kendimi kandırıyorum ben de. 
Bari ailemdeki birileri bi çiçek falan alaydı o da olmadı. Sadece bu fotoğraftaki çiçeği gönderdiğim arkadaş yolladı ama o da bulunduğum yer dağ başı olduğu için bir hafta sonra bana ulaşabildi...

Yani bu çiçek, hediye vs konusunda çok hassasım. Çok saçma gelebilir ama çok dertleniyorum, hüzünleniyorum. Doğumgünüme özel bir şeyler olsun, sevineyim, sürpriz olsun, çiçekleneyim istiyorum. Birileri de benim için düşünsün, içlerinden öyle gelsin istiyorum ama olmayınca olmuyor. Anneme, babama, kardeşime de hissettiriyorum bunu yok yine. 
Bu “ben göndereyim herkese de onlar da bana gönderir” olayı da elimde patladı :) pes ediyorum artık hayat bunu da bana fazla görüyorsa demek ki...

Sadece bir keresinde görüştüğüm biri sürpriz olarak şekerleme paketi göndermişti çiçek sepetinden. İçinde çok romantik bir not ile. Öğle tatilinden bir dönmüştüm şok olmuştum. Hala inananmıyorum o paketin bana gelmiş olmasına. Bana bir şey gelmemesi olayını o kadar içselleştirmişim ki :)) Yine çiçek değildi ama hiçbir şey gelmedi de demeyeyim diye hatırlayınca yazmak istedim. Birkaç hafta sonra da ayrılmıştık o kişiyle. Tam süprizi erkek buldum derken o da başladığı gibi bitmişti :)))

02 Temmuz 2020

Kuaförüm Sensin


Ben yine şişmeye başladım. Sabah uyandığımda telefonun siyah ekranından yüzüme bir baktım gözüm falan hep şiş. Şu an ayaklarım da şişik ve dizimin arkası yeniden ağrımaya başladı. Aşırı nem var aşşşırı. Hareket ettikçe nefessiz kalıyoruz ve strese giriyoruz.

Güya bir sürü yapılacak şey var ama uzattım bacaklarımı tv izliyorum.


Annem Kuaförüm sensin programını takip ediyormuş yazlıkta da açıyordu izliyorduk. Benim hiç haberim yok tv programlarından. Hoşuma gitti eğlenceli bir program bence. Yani yarışmacıların boş boş birbirlerine sataşmaları hoş değil ama saç makyaj kıyafet hazırlıkları ve Bülent Ersoy’un tepkileri eğlenceli :)


Kuaförler nasıl saç yapacak, makyözler nasıl makyaj yapacak, giyecekleri kıyafete uyacak mı falan. Böyle ışıltılı hayatları seviyorum ben ya.


01 Temmuz 2020

Yarına Tek Bilet


Twitter'da biri "Netflix herkese kendi filmini yayınlama imkanı vermiş galiba" demişti, gerçekten de öyle hissettirmiyor mu ekledikleri filmler :)

Daha önce Biz Böyleyiz filmini izleyip çok da izlenilesi bir şey olmadığını söylemiştim, bu film de yine öyle. Sadece biraz daha üzerinde düşünülmüş diyaloglar var ama genel olarak iki filmde de mekan çok sınırlıydı ve film çok monotondu. Hiç bir olay yok, boş boş geçen günlere örnek olarak çekilmişler gibi...

Ama kafa dağıtmalık çerez niyetine iyi gidiyor bak. Galiba kafa yakan dizilere ara verip soluklanmalık filmler olarak düşünülmüş bunlar :))

Acı Tatlı Ekşi'yi de izleyesim var ama o da başka bir yapılacak onca iş varken her şeyi bırakıp vakit öldürmek için bahane aradığım zamana kalsın :)

Vücut ısınız... normal


Pandemi süreci boyunca ilk defa bir avmye girdim. Ailece merkeze inmiştik hafta başında, babam maskesini unutmuş. Hastaneye sorduk kalmadı dediler, Avmye girdik biz de, hemen içerde yan tarafta satıyorlardı.

Avm'de X-ray cihazının duvarına bir ateş ölçer koymuşlar, avuç içinizi okutuyorsunuz ekrana ateşinizin kaç olduğu yazıyor ve her defasında vücut ısınızın normal olup olmadığını söylüyor. Genelde 36 civarı çıkıyor dereceler. Dolayısıyla devamlı "vücut ısınız... normal" diyor.

Görevliler için çok sinir bozucu olmalı diye düşündüm, çünkü sabahtan akşama kadar tesbih çeker gibi hep aynı ses : Vücut ısınız... normal... Vücut ısınız... normal... Vücut ısınız... normal... Vücut ısınız... normal...

Yazlığa dönerken yol üstünde Köfteci Yusuf'a uğradık. Salatayı herkese ayrı tabak yapmaya başlamışlar, sosları da aynı şekilde kişiye ayrı tabak getiriyorlar. Masada zeytinyağı, sirke falan yok isterseniz getiriyorlar. Çok mantıklı. Aslında ortaya salata getirilmesi olayı kalksa keşke hep herkese ayrı tabak olsa her yerde.

Dün akşam kardeşimle İstanbul'a döndük. Gemiyle dönüyoruz kendi başımıza dönerken. Gemi o kadar dolu olur ki normalde, iki saat sürüyor bir de, iki saat boyunca geminin burun kısmında ayakta gittiğimizi bilirim ben. Ama bu sefer çok rahat bir yolculuk yaptık. Minderlerin üzerine oturulacak yerleri ve oturulmayacak yerleri belirten kağıtlar yapıştırmışlardı. Çantamızı o oturulmayacak kısma koyup sıkışmadan oturduk. Tek sıkıntı denizin ortasında git git yolun bitmemesiydi. Normal kara yolculuğu gibi olmuyor tabi bakacak pek bir şey yok denizin ortasında. Bir de maskeyle durmak çok zordu, insan bir yerden sonra oksijensiz kalıyor bayılacak gibi oluyor. Bu sıcaklarda maske çok çok zor Allah çalışanların, dışarıda olmak zorunda olanların yardımcısı olsun.

Çalışanlar demişken, biz Kurban Bayramı sonrası işe dönmeyi beklerken Cumhurbaşkanı 1 ay daha uzatmış işkur ödenek süresini... Müdür mesaj attı, Eylül'e kadar mesaiye dönme yok. Şikayetçi değilim, evde olmaktan memnunum ama sigortamız yatıyor olsa iyi olurdu. Sadece sağlık sigortası yatıyor, normal sigorta yok.

Ayy İstanbul resmen yanıyor ya, nefes alınmıyor. Baygınlık geçiriyorum iki gündür. Yazlığı özledim.

Ben yazlığa gittiğimden beri ödem atmaya başlamıştım. Havasından mıdır suyundan mıdır bilmiyorum ama gittiğim ilk birkaç gün tuvaletten çıkamıyordum resmen. İkide bir sıkışma hissi. Artık utanıyordum tuvalete gitmeye, tutuyordum kendimi. Sonra ben bir incelmeye başladım. Bacaklarım falan inceldi baya. Bir güzel ödem attım ki babam bile fark etti yani. Biraz da yürüdüm tabi, dışarı çıkıp her gün yürümeye çalıştım. Hemen etki etti. Sonra normal çalışmasına döndü vücut, ödem atma bitti. Sonra da İstanbul'a döndük. Aslında biraz daha kalabilirdim orda, ben işe dönmeye bir ay kaldı son işlerimi halledeyim diye döndüm ama şimdi 2 aya çıktı süre. Belki tekrar giderim.

Normalde İstanbul'u çok özlerim, başka yerde kalamam uzun süre ama bu sefer özlemedim. Çok kalabalık, pis, karışık, gürültülü, somurtkan göründü gözüme. Ama en önemlisi çok tozlu ve pis göründü, nasıl yaşıyoruz biz bu şehirde dedirtti. Hava puslu gibi, herkes bir koşturmaca halinde falan... Bir de hepimizde bir başak burcu titizliği başladı ya bu sene, milletin saçının temiz olup olmaması bile havayı etkiliyor diye düşünüp balatayı sıyırmak işten bile değil.

Bir de bu kalabalıkta yalnız olabilmeyi nasıl başardım diye düşündüm. Okullar, sosyal aktiviteler, onlarca kurs... Hangi arkadaşlıklarım devamlı oldu? Hangi ilişkilerim? Hepsi saman alevi gibi yandı, söndü ve bitti. Hangi kursun devamı geldi, hangi eğitim işime yaradı? Bilemiyorum ama bu şehir bizi baya sömürüyor gibi geliyor bana artık. Duygularımızla oynuyor, hayal kurdurtuyor ama vermiyor.
Ne yaşadığımızı biliyoruz ne de yaralarımızı... Tamamen bir sis perdesi içerisinde sarhoş sinekler gibi yaşayıp gidiyoruz. O küçücük beldede zihnim daha berrak değil miydi? Hayat daha kolay değil miydi? Neden ille de İstanbul? Neden Metropol?

Başka bir yerde, küçük, ferah, huzurlu ve güzel bir yerde yaşayıp ara sıra İstanbul'a gelmek ama sürekli burada yaşamamak gibi bir hayalim var. Ben bu dünyaya bir kere geliyorum. Kendi hayatımı yaşamak için geliyorum. İstanbul çok havalıymış da çok gelişmişmiş de... Huzur var mı? Yok. İş var mı? Yok. Ama bak şu olsa güzel olurdu mesela Çengelköy taraflarında daha sakin bir yerde müstakil bir evde yaşayıp evden çalışıyor olsam, yani kendi işimi yapıyor olsam o zaman daha güzel olabilirdi.

Hakan Kütahya gibi bir tane Çengelköy'de bir tane de Bodrum'da evim olsa oh ne güzel olurdu :))